Görüşler

Çarmıhtaki günah keçisi

Çarmıhtaki günah keçisi

Batı’da ideolojiler ve sınıf analizlerinde Hıristiyan öğretilerinin izleri güçlü işaretlerini bulmak mümkün. ‘Günah keçisi’ anlaşıyı her ne kadar kökleri antik medeniyetlere kadar gitse de en keskin mesajını Hz. İsa üzerinden verir. Terry Eagleton, protelarya ile burjuvazi ilişkisinin kökeninde de bu izlere işaret eder. Halil Turhanlı, “Günah keçisi’ ve siyasal sınıf ilişkisine ilginç bir noktadan bakıyor.

HALİL TURHANLI YAZDI

Terry Eagleton’ın “modern çağın en eleştirel düşünürlerinden” saydığı William Empson okuma deneyimini etkileyen ‘Müphemliğin Yedi Türü’ başlıklı çalışmasında Derrida’dan, Derrida’nın etkilediği Yale Yapısökümcüleri’nden önce metni oluşturan sözcüklerin çokanlamlılığından söz ediyor, bu nedenle de metin hakkında karar verilemez olduğunu ileri sürüyordu. Empson’a göre müphemliği doğuran sözcüklerin birden fazla anlamı olması, bu çoğulluk karşısında okurun farklı tepkiler vermesidir. Kuşkusuz, yazarın kararsızlığı, yazma sürecinde perspektif, hatta fikir değiştirmesi de müphemliğe yol açabilir. Buna göre müphemlik bir olumsuzluk değil, tam aksine bir ilkeydi. Dilin, okuma deneyiminin, dünyayı görme biçiminin bir ilkesi. Empson’ın kuramında müphemlik metni şiirselleştiriyor, okumayı yaratıcı bir deneyime dönüştürüyordu. 

Sözcüklerin çoğul anlamlı olduğunu, bütün anlamların eşdeğerde olduğunu, bunlar arasında hiyerarşi bulunmadığını ileri sürmek sonuçta düşüncede çoğulculuğu savunmayı ifade ediyor. Empson’ın yaptığı buydu.” Edebiyatın görevi diğer insanların sizden farklı değerlere, düşüncelere sahip olduklarını fark etmenizi sağlamaktır” diyordu. 

Empson aynı zamanda Hıristiyan öğretisinin ve Tanrı anlayışının keskin bir eleştirmeniydi. Hıristiyanlığın sevgi ve hoşgörü dini olduğu iddiasını çürütmeye çalışmıştı. Ona göre Hıristiyanlık sevgi dini olmak bir yana, kökeninde anti-hümanizm bulunan bir inançtı. Hıristiyan Batı’dan uzak durmak için uzun süre Tokyo ve Pekin’de yaşadı, oralarda dersler verdi. Uzakdoğu’nun, Asya’nın dinsel inanç ve geleneklerinin daha hoşgörülü olduğunu düşünüyordu 

William Empson Hıristiyanlığın eleştirisine John Donne, Gerard Manley Hopkins gibi romantik ve metafizik şairler hakkında yazdığı denemelerle başladı. Onların şiirlerinde Hıristiyanlığa karşı müphem bir tavırları olduğunu ileri sürüyordu. Ama bu konudaki eleştirilerini 1961’de yayımlanan Milton’ın Tanrısı kitabında yoğunlaştırdı.  En keskin eleştirilerini Milton’ın epik şiiri Kaybolmuş Cennet üzerinden geliştirdi. ( William Empson, Milton’s God, Chatto & Windus, London, 1961) 

1648 Devrimi’nin ve Cromwell’in ateşli bir destekleyicisi olan, politik görüşlerini kaleme aldığı risalelerde açıklayan John Milton’ın politik hasımlarının sayısı da hayli fazlaydı. Aslında Kaybolan Cennet 1667’de monarşinin restorasyonu döneminde, yani gözleri görmeyen bu cumhuriyetçi şaire yöneltilen eleştirilerin dozunun iyice arttığı dönemde yayımlanmıştı. Politik hasımları onun Şeytan’dan yana olduğunu düşünüyorlardı. Kaybolan Cennet’in yayımlanmasından bir yıl önce salgın bir hastalık Londra’da çok sayıda insanın ölümüne neden olmuş, ayrıca büyük bir yangın şehrin bir kısmının kül olmasına yol açmıştı. Monarşi yanlıları bütün bu felaketlerle Tanrı’nın kralını öldüren İngiltere’yi cezalandırdığını ileri sürüyorlardı.  I.Charles’ın başının vurulmasını destekleyen, bu infazı devrim açısından gerekli gören John Milton da monarşistlerin hedefindeydi. Onlar Kaybolan Cennet’i bir lanet olarak gördüler, Milton’ın da Şeytan’ın tarafında olduğunu dile getirdiler. (İlginçtir, William Blake de onun Şeytan’ın partisinden olduğunu ileri sürecek, fakat bunu olumlu bir nitelik olarak görecektir ) 

Kraliyetçi John Dryden, Milton’ın şiirini sahneye uyarladığında şiirdeki Şeytan figürünü öne çıkarmıştı. Krala itaat etmeyen, onu öldüren Şeytan. Buna göre Dryden, Cromwell’i Şeytan olarak görüyordu. Belirtmek gerekiyor, Dryden Milton’ın arkadaşıydı ve bu uyarlama için kendisinden izin almıştı. Yani, Milton şiirinin sahne uyarlamasında Şeytan’ın öne çıkmasına onay vermişti. 

Empson göre Milton’ın epik şiirinin gücü Tanrı’nın acımasız bir tiran olduğunu açıklamasından geliyordu. Empson bu görüşü paylaşıyordu. Ona göre Tanrı her şeyden önce Oğul’u çarmıhta yalnız bırakmış, onun ıstıraplarına kayıtsız kalmıştı. Öncelikle bu kayıtsızlığından dolayı merhametsizdi. O soğuk acımasız bir babaydı. Fakat Empson daha da ileri giderek, hatta abartarak Hıristiyan doktrinindeki Tanrı’yı acımasızlıkta Stalin ile, “ Joe Stalin Amca” ile kıyaslıyordu. 

Empson’ın bu eleştirilerinde günah keçisi fikri önemli bir yere sahiptir.  Hristiyanlığın temelinde bir günah keçisinin bulunduğunu, daha doğrusu İsa’nın bir günah keçisi olduğunu düşünüyor, günah keçisinin özündeki karşıtlığı vurguluyordu. Günah keçisi yakında ve uzaktadır, yabancı ve tanıdıktır. Toplumun hem içindedir hem dışında. Toplum dışında olduğu ölçüde bağımsızdır. Aynı zamanda içeride olmasından dolayı kaderi ona suç yükleyen toplumun elindedir ve o bu kaderi uysallıkla kabullenir. Hem kutsanmış, hem lanetlenmiştir. İsa bir günah keçisi olarak varlığında bu karşılıkları barındırıyordu. Daha doğrusu karşıtlıklar arasındaki bütün o kalın sınır çizgilerini siliyordu. Aziz Pavlus ‘Romalılara Mektup’unda temiz ve kirli arasındaki ayırımın İsa’nın ölümü ve dirilişi tarafından ortadan kaldırıldığını öne sürmüştü. Aziz Pavlus’un bu açıklaması İsa’nın bir günah keçisi olduğunu doğruluyor; Çünkü günah keçisi olarak karşıtlıklar arasında sınır çizgisini silmiş, temiz ve kirli arasındaki uzak mesafeyi ortadan kaldırmıştır. 

Günah keçisi en eski toplumlarda dahi rastlanan bir figürdür. Toplumun kolektif suçunu, günahlarını üstlenir. Çoğunluğun mutluluğu için olumsuzlukları sahiplenir. Diğerleri için kendini öne sürer,  kurban olmayı kabullenir. Onun ölümü toplumun varlığını korumasını ve sürdürmesini sağlar. İsa da diğerlerinin günahlarını üstlenmiş ve onların günahları için ölmüştü. Onun bedenindeki yaralar diğerlerine şifa vermişti. Empson’a göre bütün günahların tek bir kişiye yüklendiği din insancıl olamazdı, sevgi dini olamazdı. 

İsa işlemediği günahların taşıyıcısıydı. Olumsuzlukları uysallıkla üstlenmiş, kendini diğerkâmlık içinde sunmuştu. Fakat Empson açısından bu ölçüde diğerkâmlık adalet ilkesine ters düştüğü için eleştirilmelidir. Adalet ve eşitlik adına reddedilmelidir. 

Konu hakkında hayli yazmış olan Rene Girard’ın da belirttiği gibi günah keçisi gerilimleri üzerine çekerek bir istikrar kaynağına dönüşür. (R.Girard, Şiddet ve Kutsal, Çev.N.Alpay, Kanat Kitap, 2003,  s. 120). Onun  ölümü toplumun arınmasını ve yenilenmesi sağlayan bir güç oluşturur. Önemsiz ve değersiz hayatıyla, bu hayatın sona ermesiyle toplumu günahlarından arındırır, topluma hayat verir, hayatı yeniler. 

Günah keçisinin ölümü güçsüzlükten güce doğru geçiş sürecine işaret eder. Britanyalı edebiyat eleştirmeni ve düşünür Terry Eagleton’a göre Komünyon bu geçiş sürecinin Hıristiyanlıktaki karşılığıdır. Eagleton, İsa’nın çarmıhtaki ölümünden sonra onu yâd etmek için biraraya gelmenin yeni bir toplumsal düzenin doğuşunu ifade ettiğini belirtiyor.  (T.Eagleton Radikal Kurban ,çev.A.Önal, Ayrıntı Yayınları, 2019, s. 182). Komünyon ilk bakışta bir “sevgi şöleni”dir. Kardeşlik, dayanışma anlamına gelir; fakat temelinde “ kirlenmiş bir bedenin imgesel tüketimi yatmaktadır”. (Eagleton ,a.g.y., s. 182) .Kardeşlik İsa’nın ıstırabında, ölümünde keşfedilir. 

Hayat, İsa çarmıhta ıstırap çekerek öldüğü için yenilenecektir. Şu halde Komünyon’daki kardeşlik aslında bir suç ortaklığıdır. Terry Eagleton’ın deyişiyle dayanışmanın kökeninde “bir tür canavarlık vardır”. Kökendeki bu vahşet Hıristiyanlığın damgasını vurduğu coğrafyada, Batı’da kanlı mezhep savaşlarının, Batı dışında denizaşırı topraklarda yerli halklara karşı girişilen kıyımların da kaynağıdır. 

Terry Eagleton, pharmakos  (günah keçisi) ve proletarya (işçi sınıfı) arasında benzerlik buluyor. Ona göre proletarya toplumun diğer kesimlerinin, sınıflarının zenginleşmeleri, refah içinde yaşamaları için çalışır. Acı çeker, mülksüzleşir, kurulu düzenden dışlanır. Çalıştıkça yoksullaşır, insanlığını kaybeder. 

Bütün bu ıstırap ve olumsuzluklara burjuvazinin zenginliğinin arttırması için katlanır. Ama o zincirlere vurulmuş sömürülen sınıf olarak varlığına son verirken tüm insanlığı da özgürleştirecektir. Bütün toplumsal sınıflar ortadan kalkacaktır.  Pharmakos olarak proletarya bir sınıf olarak varlığının sona ermesiyle evrensel bir özgürleşme vaat eder. 

Eagleton’ın bu yabana atılamayacak savları on dokuzuncu yüzyıldan bu yana geniş bir taraftar bulmuş devrimci bir teorinin özünde politik-teolojik nitelik taşıdığını ortaya koymakta. 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir