Görüşler

Ferit Temur yazdı: Ukrayna krizi yeni Soğuk Savaş’ı tetikler mi?

Ferit Temur yazdı: Ukrayna krizi yeni Soğuk Savaş’ı tetikler mi?

Ukrayna’da yaşanan gelişmeler yeni bir ‘Soğuk Savaş’ın fitilini ateşler mi? Avrasya uzmanı Ferit Temur kaleme aldı.

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) düzenlenen son başkanlık yarışını kazanan Donald Trump’ın, seçim kampanyası boyunca Rusya’ya yönelik olumlu mesajları, karşıtları için eleştiri malzemesi olurken Rusya cephesinde tarihte eşine pek rastlanmayacak şekilde bir Amerikan başkan adayı lehine kamuoyu algısı yaratmıştı. Hatta Trump’ın başkanlığa seçildikten sonra bile Rusya konusunda olumlu açıklamalarını sürdürmesi, Rusların çoğunda ABD ile ilişkilerin düzeleceğine dair beklentileri kuvvetlendirmişti denilebilir. Bununla birlikte yakın zamanda Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in, Trump göreve resmen başlamadan önce Rusya’nın Washington Büyükelçisi Sergey Kislyak ile Obama yönetiminin sınırdışı kararı aldığı 35 Rus diplomatı hakkında yaptığı telefon konuşmalarında “bazı pazarlıkların” konuşulduğu iddiasıyla istifa ettirilmesi, ardından Beyaz Saray tarafından “Başkan Trump’ın, Rusya’nın Kırım’ı Ukrayna’ya geri vermesini beklediğine” ilişkin bir açıklama yapılması iki ülke ilişkilerinde normalleşme beklentilerini şimdilik boşa çıkarmıştır. Dahası, NATO toplantısında örgütün Karadeniz’deki askeri varlığını artırma kararı alması karşısında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından Ukrayna’daki ayrılıkçı Donetsk ve Lugansk bölgelerinin “pasaportlarının” tanımasına dair kararname yayımlanması ABD-Rusya ilişkilerinde yeni ciddi gerilimlerin dahi yaşanabileceğini işaret etmektedir.

RUSYA İŞGALE Mİ HAZIRLANIYOR

Rusya’nın Ukrayna’daki ayrılıkçı bölgelerin “pasaportlarını” tanıma kararı, hiç kuşkusuz akıllara Abhazya ve Güney Osetya senaryolarını getirmiştir. Yıllar önce benzeri bir kararı Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgeleri olan Abhazya ve Güney Osetya’da da uygulamaya koyan Rusya, 2008 yılında Gürcistan’a “vatandaşlarını/soydaşlarını” koruma gerekçesiyle askeri müdahalede bulunmuş ve sonrasında bu bölgelerin bağımsızlığını tanıyarak kendisine de facto bağlamıştır. Rusya “yakın çevre” (ближное зарубежье) olarak tanımladığı eski Sovyet coğrafyasında benzer bir yayılmacı politikayı 2014 yılında Kırım hamlesiye devam ettirmiştir. Moskova inisiyatifiyle kurulan Avrasya Ekonomik Birliği’nin (AEB) küçük formatı sayılan eski Gümrük Birliği’ne Kiev’in de katılması için Putin tarafından dönemin Ukraynalı mevkidaşı Viktor Yanukoviç’in doğalgazda indirim ve maddi yardım vaadiyle ikna edilmesi üzerine Ukrayna’nın “AB ile Ortaklık Anlaşması’nın” imzalanması sürecini dondurması karşında Batılı güçler bu ülkedeki “elverişli koşulları” kışkırtarak “Meydan İsyanı’nı” teşvik etmiştir. Zira 1991 yılındaki bağımsızlığından bu yana yolsuzluk, rüşvet ve milli kaynakların yeterince kullanılamaması gibi temel ekonomik sorunların çözülememesinin yanı sıra tarihsel süreçte ülkenin batısında keskin bir şekilde oluşan “Rusya karşıtlığının” varlığı, Ukrayna’da böyle bir halk ayaklanmasına kolaylıkla salık vermiştir. Sonuçta bu ayaklanma Yanukoviç’i başkanlık koltuğundan ederek kendisinin Rusya’ya sığınmasına yol açmıştır. Batı’nın “Meydan darbesi”, Rusya tarafından “oyunun kurallarının ihlali” olarak görülmüştür. Kremlin, Ukrayna’yı Batı’ya kaptırmama adına bu ülkedeki Batı yandaşı gruplara karşı Rusça konuşan soydaşlarını “hibrit savaş” konseptine uygun olarak örgütlemiş ve  yeni Kiev yönetimine karşı ayaklanmalarını teşvik etmiştir. Rusya aynı zamanda Ukrayna’ya bağlı Kırım’da 2014 yılının Mart ayında referandum düzenleyerek tarihi yarımadının kendisine ilhakını sağlamıştır. Kremlin yönetiminin kısa sürede Ukrayna’da son derece etkili bir askeri direnişi örgütlemesi ve bölgesel dengeleri yerinden oynatıcı, Batı için umulmadık son Kırım hamlesi karşısında Ukrayna krizi daha da derinleşmiş ve Batı’nın Rusya’ya siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulaması durumu ortaya çıkmıştır.

Bu noktada, Ukrayna’nın gerçekten Rusya açısından kolay kolay vazgeçilecek bir ülke olmadığının vurgulanmasında yarar vardır. Öyle ki küresel düzlemde uluslararası enerji ve ticaret güzergâhları yönüyle jeo-ekonomik önemi olan Ukrayna, bünyesinde barındırdığı Slav–Ortodoks, Slav–Katolik ve Müslüman–Tatar unsurları sebebiyle de derin bir jeo-kültürel “fay hattına” sahiptir. Türkiye ile birlikte Avrasya coğrafyasının tam merkezinde yer alan Ukrayna bu açıdan siyasi, ekonomik ve güvenlik odaklı pek çok uluslararası projenin hayata geçmesinde ya da önünün tıkanmasında yadsınamaz bir role haizdir. Dolayısıyla Ukrayna’nın jeopolitik konumu bölgesel ve küresel güvenlik açısından büyük önem arz etmektedir. Son olarak bugünkü Ukrayna, tarihi açıdan “Rus’un” (Русь) anayurdu, ilk devletinin merkezi, Ortodoksluğun kabul ve yayılış coğrafyası, yaklaşık 1100 yıllık Rus tarihsel hafızasının “en berrak başlangıç” noktasıdır. Kısacası Ukrayna, “Rus’’un” ulusal kimlik inşasının ve medeniyetinin “mihenk taşı” hükmündedir. Bu yönüyle jeopolitiğin, güvenliğin ve ekonominin çok ötesinde -Rusların sosyo-psikolojik algısıyla ilintili şekilde- bir anlamda “Rus varoluşunun” kökenini çağrıştıran derin bir mesele olduğu söylenebilir. Dolayısıyla coğrafi bakımdan Kiev’i de kapsayan “Doğu Ukraynasız” bugünkü Rusya’nın, bir Rus’un bilinçaltında “tam” bir “Rusya” olmadığı öne sürülebilir. Çoğu Rus’un bilinçaltında yer edinen bu algının, muhtemel bir “olağanüstü hal ortamında” Rusya tarafından Ukrayna’ya doğrudan askeri saldırı düzenlenmesi “icap ederse” iç kamuoyunda buna “meşruluk” sağlamak adına Kremlin yönetimine ciddi bir fırsat sunduğu da göz ardı edilmemelidir. Zaten hem 2010 yılında hem de 2014’te yayımlanan “Rusya Federasyonu Askeri Doktrini”, “Rusya sınırları dışında yaşayan soydaşlarının haklarını korumak gerekçesiyle askeri müdahalede bulunma hakkını” tanımaktadır.

DÜŞMAN İHTİYACI STRATEJİSİ

Öte yandan, Rusya’nın yakın çevresinde, bilhassa Ukrayna üzerinden Moskova’yı tahrik edici hamlelerde bulunmasını Washington’ın stratejik bir tercihi olarak belirtmek yanlış olmayacaktır. II. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası güç dengeleri çerçevesinde komünizmle ve Sovyet yayılmacılığıyla mücadele amacıyla ABD öncülüğünde kurulan NATO’nun, düşman blok olan Varşova Paktı’nın 1991 yılında dağılması sonucunda “varlık nedeni ve stratejik yapılanma konsepti” ciddi bir belirsizliğe düşmüştür. Nitekim Ruslar bu dönemde artık NATO’nun kendini lağvedeceğini ve pazar ekonomisine geçen yeni Rusya’yı da kapsayacak “Ortak Avrupa Evi’nin” (общий европейский дом) kurulacağını varsaymışlardır. Ancak ABD, ezeli rakibi Sovyetlerin beklenmedik çöküşü karşısında yakalanan “dünyaya tek başına hükmetme fırsatını” görmüş ve dış politikasını bu yönde yeniden yapılandırmıştır. 1990’lı yıllarda Balkanlar’da meydana gelen olaylar da NATO’nun yeniden yapılandırılması için elverişli koşullar sunmuş ve ABD tarafından bu örgüte “istikrar sağlayıcı” yeni bir etkin rol biçilmiştir. Moskova, Primakov Doktrini ile bu durumdan duyduğu rahatsızlığa karşı yeni bir dış politika konseptini yürürlüğe koysa da içeride yaşanılan geçiş döneminin ağır siyasi, ekonomik, sosyal ve etnik sancıları yüzünden dış politikada istenilen etkiyi 2000’li yıllara kadar gösterememiştir.

Buna karşın ABD, Soğuk Savaş sonrası oluşan küre jeopolitiğindeki boşluğun sadece kendisi tarafından doldurulabileceğini, bunun için tüm siyasal, ekonomik ve askeri etkenlerin lehine olduğunu varsaymıştır. ABD’nin yeryüzündeki stratejik çıkarlarını harekete geçiren bu durum, Amerikalı ünlü stratejist Zbigniew Brzezinski tarafından gayet net bir şekilde formüle edilmiştir. Brzezinski’ye göre ABD’nin küresel hegemonik gücünün pekişmesi Avrasya’ya hâkim olmasına bağlıdır, dolayısıyla ABD’nin, kendisinden başka bir gücün Avrasya’ya tek başına egemen olmasının veya Avrasya’da iki gücün ABD’ye karşı ittifak yapmasının mutlaka önüne geçmesi gerekmektedir.

Bu temel jeo-stratejik hesaptan hareketle ABD, Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında tekrardan merkezi bir güç olmayı hedefleyen yeni dış politikasına karşı hamle önceliğini doğru bir adımla Doğu Avrupa’da yapmış ve 1999 yılında Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın NATO’ya üye olmasını sağlamıştır. 2001 yılına kadar “düşmansız” bir şekilde küresel hegemonyasını yayma stratejisi izleyen ABD’ye, bu amacını gerçekleştirmesi için “İkiz Kulelere” yapılan 11 Eylül 2001 tarihli terör eylemleri muazzam bir bahane yaratmıştır. Ulusal ve uluslararası kamuoyunda tam bir şok etkisi yaratan mezkûr terör olayı, ABD’ye “uluslararası terörle mücadele etmede” ciddi bir iç ve dış meşruiyet kazandırmıştır. Böylece NATO’ya da “uluslararası terörizmle mücadele” görevi verilmiş ve örgüt üyesi ülkelerce bu yeni görev tanımı desteklenmiştir.

Uluslararası ilişkiler tarihinde yeni bir sayfa açan 11 Eylül olayları sonrasında Washington tarafından Afganistan’a askeri müdahalede bulunulmasıyla başlayan Avrasya coğrafyasındaki Amerikan jeo-stratejik hamleleri aynı zamanda Moskova tarafından “tek kutuplu dünya düzeni” kaynaklı ulusal güvenlik tehdit algısının giderek kuvvetlenmesine neden olmuştur. ABD bir taraftan Rusya’nın Avrasya’da etkin bir güç haline gelmesini önlemeye; diğer taraftan Amerikan merkezli ekonomi-politik düzenin yaygınlaşması için çalışmıştır. Bu kapsamda 2003 yılından itibaren Rusya’nın arka bahçesi olarak görülen eski Sovyet ülkeleri Gürcistan (2003/“gül devrimi”), Ukrayna (2004/“turuncu devrim”) ve Kırgızistan’da (2005/“lale devrimi”) başarıya ulaşan, fakat Özbekistan (2005/Andican olayları) ve Belarus’ta (2006/Vasilkova devrim girişimi) gerçekleşemeyen “renkli devrimleri” açıkça teşvik etmiştir. Daha da önemlisi ABD; Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı 2004 yılında NATO üyesi yaparak jeopolitik rakibi Rusya’ya karşı son derece stratejik bir üstünlük kazanmıştır. Böylelikle ABD günümüze kadar devam eden, “NATO’nun doğuya doğru genişlemesi” dalgasına başarıyla öncülük etmiştir.

ÇIKAR ÇATIŞMASI KAÇINILMAZ

Bu minvalde, 1991 sonrası uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan “Amerikan tek kutupluluğunun” tam anlamıyla küresel bir hegemonyaya dönüşmesi doğrudan ABD’nin mevcut jeo-stratejik üstünlüğünün artırılmasına bağlı olduğu için Washington tarafından sürdürülen bu jeopolitik yaklaşım Avrasya ekseninde Rusya ile ABD arasında çıkar çatışmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Bir başka ifadeyle, Rus–Amerikan çıkar çatışmasının temelinde bu iki ülkenin uygulamakta oldukları “büyük stratejilerin” yattığını vurgulamak gerekir. Zira ABD’nin 21. yüzyılda da küresel hegemonik gücünü sürdürebilmesi amacıyla “Euro-Atlantik” ve “Asya-Pasifik” merkezli iki temel jeo-ekonomik model inşa etmesi ve NATO’nun meşruluğunu sağlaması gerekmektedir. NATO’nun varlığını ve meşruluğunu sağlamaya yarayan en ideal “düşman” ise Rusya’dan başkası değildir. Ukrayna üzerinden Rusya ile bilinçli olarak yaratılan jeopolitik savaşımın bu bakımdan ABD’ye Avrasya satranç tahtasındaki mevcut jeo-stratejik üstünlüğünü pekiştirmeye hizmet eden “düşman” ihtiyacını karşıladığı söylenebilir. Bu nedenle Rusya’nın süregiden jeopolitik savaşımda Ukrayna’yı önümüzdeki dönemde de ABD liderliğindeki Batı bloğuna kaptırmama adına sıcak savaşı dahi göze alacak bir dış politika izleyeceği tahmini yapılabilir. Böyle bir senaryo ise ABD için bir ihtiyaç olan “Yeni Soğuk Savaş’ı” tetikleyebilir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir