Edebiyat tarihlerinde ‘İslâmcı düşünce’nin yeri

Tartışmalı bir kavram ‘İslâmcılık’… Dinî kaynaklarda böyle bir tavsif yok. Ama şurası bir gerçek: Bugün -Türkiye’de ve diğer Müslüman ülkelerde- kendilerini ‘İslâmcı’ olarak nitelendiren siyasetçi, fikir adamı, edebiyatçılar ve ‘İslâmcılık’ diye adlandırılan bir fikir akımı var. Zaten siyasî ve sosyal görüşlerinde, edebiyat anlayışlarında ‘İslâm’ı eksene alan’, meselâ medeniyet, millet, vatan, şehir, sanat, edebiyat gibi kavramları bu minvalde tanımlayan aydınların/siyasetçilerin varlığını kimse inkâr etmiyor. Ama adlandırma tartışmalı… Doğrusu ben de henüz mütereddidim. Ama çağdaş edebiyat tarihimizde bu poetik çizgiye bir yer açmanın gerektiğine inanıyorum.

***

Sebebine gelince… Meselâ, Sezai Karakoç, medeniyeti, milleti, vatanı, sanatı, şiiri, ‘İslâm’ nokta-i nazarından tanımlar. Yani, siyasî, sosyal ve edebî düşünceleri itibariyle, kendisini ‘İslâm’ dairesinde konumlandırır. Poetikasının temeli ‘İslâm’dır; İslâm medeniyetinin ve edebiyatının dirilişidir. Şiirlerinde vatan deyince tüm İslâm coğrafyası, millet deyince tüm Müslümanlar, tarih deyince İslâm tarihi kastedilir; hatta şehirleri de bu bağlamda ‘inkar siteleri’ ve ‘İslâm şehirleri’ diye ikiye ayırır. Belli ki şair, poetik ve pratik olarak kendisini şuurlu biçimde İslâm dairesi içine alıyor. O hâlde ‘İslâmcı’?.. Ama şöyle bir itiraz da vâki: Sezai Karakoç, Müslüman bir şairdir, ona ayrıca ‘İslâmcı’ demeye gerek var mı? İyi de meselâ, Yahya Kemal de Müslüman bir şair; ama siyasî, sosyal ve poetik görüşleri itibariyle şiirini/sanatını Karakoç gibi ‘İslâm eksenli’ tanımlamıyor. Şiirinin vatan coğrafyası ‘âlem-i İslâm’ değil, tarih İslâm tarihini veya millet, ‘millet-i İslâm’ı kapsamıyor. Aynı şekilde fikirleri ve şiirlerinin asıl ölçütü “ittihad-ı İslâm’ olan Âkif’le Yahya Kemal’in poetikası ve şiirleri, aynı dairede mi? Elbette hayır! Peki Âkif-Karakoç çizgisi ile Yahya Kemal çizgisini nasıl tefrik edeceğiz? Mesele bu! Denilecek ki, bu ölçütler ‘estetik’ değil, ideolojik! Onu da tartışırız…

***

Ama evvelâ bunun ‘itikadî bir mesele’ olmadığı konusunda anlaşalım. Kendilerini siyasî, sosyal ve edebî görüş itibariyle ‘İslâm’ ekseninde tanımlayan, poetikasının temeli İslâm olan şair ve yazarları, fikir ve edebiyat tarihinde nasıl tavsif, tarif ve tasnif edebiliriz? Mesele bu! Çünkü siyasette, fikirde, edebiyatta bu istikamette güçlü bir gelenek ve yaşayan bir akım var. Meselâ edebiyatta, Akif’le başlayıp, Cumhuriyet’ten sonra Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören… gibi şahsiyetlerle ya da Sırat-ı Müstakîm, Sebilürreşad, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat Dergisi, Mavera… gibi dergilerle süren bir ‘edebî hareket’ var. Üstelik bu, Türk edebiyatında güçlü bir poetik ark. Benzer bir hareket Türk siyasetinde de mevcut! Dolayısıyla bu harekete fikir, siyaset ve edebiyat tarihinde, kendi fikrî/siyasî/poetik konumuna uygun bir yer açmak ve ad vermek gerekiyor. Aslına bakılırsa bu hareket, kendine siyasî, fikrî ve edebî alanda bir yer açmış zaten. Yani onlara fikir ve edebiyat tarihlerinde yer açmakla lütufta bulunmuyor, bir hakkı teslim ediyoruz!

Şimdi edebiyat tarihçileri olarak düşünmeliyiz: Akif’ten bu yana asıl referansı İslâm olan ve güçlenerek devam eden bu ‘poetik ark’a ne ad vereceğiz? Daha açık söyleyeyim; Nazım Hikmet’e ve onu izleyenlere ‘Toplumcu Gerçekçi’ diyoruz da, Akif’le başlayıp günümüze kadar gelen ve sanat anlayışlarını İslâm’a göre belirleyen bu edebî hareketi, asıl referansına uygun biçimde tasnif ve adlandırmaktan niçin imtina ediyoruz? Bu imtina da bir ‘edebiyat tarihi kanonu’ olmuyor mu?

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum