“Yaşamak Tuhaf Şey” İnsanın kendisiyle yüzleşmesi

Kendini arayış’ı, daha doğrusu insanın kendisiyle, geçmişiyle yüzleşmesini konu edinen bir roman, Carmen Martin Gaite’in “Yaşamak Tuhaf Şey”i. Son aylarda okuduğum çoğu romanda bu temaya sıkça rastladım. Meselâ Patrick Süskind’in “Koku”su, Kate Chopin’ın “Uyanış”ı, Dag Solstad’ın “Mahcubiyet ve Haysiyet”i ilk aklıma gelenler. Ama bunlar arasında en çok “Koku” çarpmıştı beni; ‘kokusuzluk’un ne kadar derin bir ıstırap olduğunu hissettim onu okurken. Koku, insanın kendisiydi; özü, anlamı… Kendilik bilgisine erişememek büyük acıydı, büyük boşluk, büyük özlem. Ne büyük fırtınalara maruz kalıyordu insan bu bilgiye ulaşmak için.

Hayatımız, genelde kendimize çelme atmakla geçiyor galiba. Ondandır insanın kendilik bilgisine ulaşmasının zorluğu, hatta imkânsızlığı. Tutkuları insanı sarar çünkü; zamanla kabuk bağlar ‘öz’, tamamen kuşatılır. Tam da burada romanda altını çizdiğim bir cümleyi yazmalıyım: “tutku insanın gözünü kör eder, sevilme ve hayranlık uyandırma ihtiyacı hepimizi kabalaştırır.” (s. 191).

“Son Deyiş” hariç, on sekiz bölümden oluşuyor roman. Eserde Madrit’te arşivde çalışan bir kadının, kendi deyişiyle yeraltına inerek metro yolculuğuna çıkması, geçmişe, anılara dönerek –ki buna ormana dalmak der- çocukluğunu, ergenliğini, gençlik yıllarını, aşklarını gözden geçirmesi anlatılır. Kuşkusuz zordur insanın kendisiyle yüzleşmesi; çünkü “Kötü gizlenmiş yaralar yeniden açıldıklarında yakıcılıklarına zehir karışır” (s. 150). Bir de; “Uzak geçmişi kurcalamak rahatlatıcı olabilir. Yakın geçmiş daha çok acı veriyor.” (s. 50)… Bence de öyledir.

Genç kadın buna rağmen ‘ormana dalar’ ve bir ‘kişisel olgunlaşma macerası’ yaşar. Buna her ne kadar doktora tezi olarak araştırdığı 18. yüzyılda yaşamış Luis Vidal’in öyküsü eklense ve yazar bu tarihsel öykü ile genç kadının öyküsü arasında bir paralellik kurmaya çalışsa da, Vidal’in öyküsü boşta kalıyor. Ayrıca genç kadının sorunu, meselâ Süskind’in “Koku”sundaki gibi derinlikli bir varoluş sorunu değil. Huzursuzluğu da o denli büyük sayılmaz.

Genç kadının geçmişe dönüşlerinden anlaşılıyor ki başlıca problemleri, mutsuz bir çocukluk, anne-baba ayrılığı, babadan ayrı kalma, anneyle içten ve sağlıklı bir iletişim kuramama, ergenlik döneminde karşı cinse ilişkin yapılan yanlış tercihler olarak sıralanabilir. Nitekim romandaki; “Noel’den sonra Anton Martin’deki çatı katına taşındım ve beni tek çocuk olarak kendi ayaklarım üzerine durabileceğim, asla kendime acımak zorunda kalmayacağım şekilde yetiştirdiklerine inanan, oldukça kültürlü ve boşanmış anne babanın tiranlığından (…) firar etmeyi kafama koyduğum ergenlik döneminden kopuşumu, ilkin aylaklık ederek, sonra da cinsel aşırılıklara kaçarak yavaş yavaş tamamladım.” (s. 171) cümlesi, kahramanın nelerle yüzleştiğini özetliyor.

Sonunda, Dante Beatrice’e “Yanlış düşüncelere/ kaptırmışsın kendini, bunları silkelemedikçe/ göremezsin görmen gerekeni” der ya, genç kadın da onu yapıyor. Sırasıyla, örneğin erkek arkadaşı Roque’nin “rüyasındaki adam” (s. 131) olmadığını anlıyor. Bu arada yeri gelmişken aşka dair altını çizdiğim bir cümleyi paylaşayım: “başkalarını anlamak çok zor[dur], özellikle de âşıkken” (s. 199). Sonra anne ve babasıyla barışıyor, rüyasındaki doğru erkeği, Tomas’ı buluyor ve mutlu bir hayat kuruyor. Bu arada “Başkasıyla birlikte gülmek, aşkın en büyük göstergesi” (s. 64) imiş.

Romanı felsefî ve psikolojik açıdan yeterince derinlikli bulmadım. Ama içinde gelgitler yaşayan ve eşi Tomas’a “Ben asla geriye dönüp bakmam, bunu sakın unutma!” diyen kadına kocasının verdiği şu cevaba gülümsedim. Ben de okurlarıma aynısını demiş olayım:

“- Tamam ama önüne bak olur mu? (s. 148)

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum