Strazburg’dan Saraybosna’ya

Hikâye, 2003’ün Ekim ayında bir davetle başlıyor. Kadim dostum Hakan Albayrak’la üzerimizde beş kuruş bile olmadan Yazarlar Birliği’nin Başkanı Mehmet Doğan’ın daveti üzerine kendimizi Strazburg’da bulduk. 5 gün sürecek bir organizasyon… “Türkçenin Şiir Şöleni” başlığı altında programlar yapıldı, sohbetler edildi. Türkiye’den ve farklı Türk coğrafyalarından pek çok isim katılımcılar arasındaydı. Türk halk müziğinin yaşayan en seçkin seslerinden Aysun Gültekin’i de orada dinleme fırsatı buldum. Diğer yandan şair İlhan Berk ve çocuk edebiyatının ustası dostum Mevlâna İdris de hatırımda kalan isimlerden. Daha pek çok unutamadığım detay var.

Strazburg’da kaldığımız otel var mesela. 21 yıl öncesinin Fransa’sında otelin tüm düzeni robotlar tarafından yönetiliyor. Oteldeki her ihtiyacınızı girişte size verilen şifrelerle hallediyorsunuz. Televizyonu açmaktan tutun sabah kahvaltısında yiyeceğiniz peynir zeytine kadar… Otel enteresan, insanları daha enteresan demek isterdim ama maalesef sessiz sokaklarla dolu bu şehirde yolda ağlayan bir çocuk görmek bile mümkün değil. Çocuksuz şehrin ve asık suratlı Fransızların parkları ve caddeleri görülmeye değer olmasa da güzeldi. Issız şehirde benim için yolculuğun bir diğer etkileyici kısmı da kıymetli yazar Mehmet Akif Ak’ın sandal turunda bizlere Enver Paşa’yı bir kez daha sevdirmesi olmuştu.

Strazburg’da geçen üç günden sonra Hakan’ın amcaoğlu bizi almaya geldi ve Hakan’ın da ilk gençlik yıllarını geçirdiği yerleri görmek ve biraz Almanya havası almak için Frankfurt’a doğru yola çıktık. Frankfurt’un diğer şehirlerden şöyle bir farkı var, normalde şehrin merkezine yeşil alanlar koyulurken Frankfurt sanki ormanın içine yapılmış bir şehir gibiydi. Hakan’ın çocukluk hatıralarıyla geçen iki günden sonra, 19 Ekim olmalı, Bosna’nın bilge lideri Aliya İzetbegoviç’in ölüm haberini aldık. Bosna Savaşı’nda bizzat bulunmuş bir Saraybosna damadı olan Hakan için bu ölüm elbette daha sarsıcıydı. Ama cenazeye yetişme şansımız da oldukça düşüktü. Dakikalar süren tartışmalardan sonra yola çıkma niyetimizi aldık ama üstümüzde Hakan’ın abisinden aldığımız ve bizi Frankfurt’tan Münih’e götürecek tren parasından başka bir şey de yoktu. Yolculuk yaptığımız trende şevkle kumar oynayan Almanları görmek enteresandı. Alman trenlerini sevdim.

Münih’te yaşayan biraderim Ömer’in evinde yaptığımız şefkatli sabah kahvaltısında yeğenlerim Hasan ve Hüseyin’in neşesiyle beraber Ömer de Saraybosna’ya giden otobüslerin yollarını araştırmaya başladı. Cenazeye de sayılı saatler kalmıştı. Binebileceğimiz bir otobüs bulamayınca Ömer bizi kendi aracıyla Saraybosna’ya götürebileceğini söyledi: “Dostluk bugünler için var, elbette götüreceğim sizi. Cenazeye yetiştireceğim!” dedi ve okuyup üfleyerek Saraybosna yoluna düştük. İki saat muhabbetin kucağında yol aldıktan sonra Ömer’e gelen bir telefonla yakınlarda olan ve Saraybosna’ya giden bir otobüste yer bulabildik. Hz.’yi hak eden biraderim Ömer’le helalleştik, tekrar yola koyulduk.

Kimisi bizim gibi Aliya İzetbegoviç’in cenazesine yetişmeye çalışan, kimisi ise uzun zamandır görmediği ailesine kavuşmayı bekleyen tanımadığımız onlarca yolcuyla beraber, cebimizde hâlâ beş kuruş olmadan dualarla yola devam ediyorduk. Yan koltuğumuzda oturan, Münih’te yaşayan ve Boşnak olan Münevver Hanım’ın ise bu hikâyenin ana kahramanı olacağından habersizdik. Kendisiyle tanıştıktan sonra Hakan ile hem Bosna’dan hem Almanya’dan hem de Türkiye’den bahsettikleri uzun sohbetin ardından bizi çok sevdiğini söyledi. Derin muhabbetin üstüne çantasından ayrı ayrı 1000’er Euro çıkarıp bize uzattı. Hikâyemiz ve dostluğumuz onu çok etkilemiş. Tabii bunların hepsini Almanca söyledi, ben Hakan’ın yalancısıyım. Elbette başta kabul etmedik. Israrcı oldu: “Bu para sizindir” dedi. Hakan “İstediğimiz şekilde kullanabiliriz yani?” diye sorunca “Evet” dedi ve hemen ardından eli tekrar cüzdanına gitti, 100’er Euro daha çıkarıp uzattı: “İşte bunu istediğiniz gibi kullanamazsınız, döndüğünüzde kızlarınıza vereceksiniz.”

Parayı aldık, yolculuğun ve yaşadıklarımızın şaşkınlığıyla birlikte ilerleyen saatlerde Saraybosna’ya ulaştık, Münevver Hanım’la vedalaştık. Cenazeye de yetiştik. Saraybosna hiç olmadığı kadar yağmurluydu ve yağmur tüm gün devam etti. Dünyanın her yerinden yüzbinlerce insan saatlerce bilge İzetbegoviç için dualar okudu. Cenazeye katılanlar arasında Türkiye’nin siyaset dünyasından ve başka pek çok farklı kesimden insan vardı. “Çerkes asıllı Boşnak” lakaplı, Aliya Izetbegoviç’in hayatını hem yazan hem de çizgi romana taşıyan sanatçı Necdet Konak da oradaydı. Ne tesadüftür ki o da, Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra Aliya İzetbegoviç’in cenazesindeki yağmurlar gibi rahmete kavuştu. 2003 Ekim’inde yağmurlar ve tekbirler ile Kovaçi Şehitliği’ne defnedildi büyük lider İzetbegoviç. Sultan Fatih ile Müslümanlaşan Bosna’ya İslâm mührünü yeniden vurmuştu. Allah’tan rahmet dilerim.

Cenazeden sonra Münevver Hanım’dan aldığımız 2 bin Euro’yu, Bosna Savaşı günlerinde insanların emanetlerini koruyan “Pastacı Filozof” lakaplı Şerif Elezi’ye götürdük. “Saraybosna Sevgilim” belgesel filminin de başrollerinden olan Elezi ile savaş günlerinin Bosna’sını konuştuk, muhteşem Boşnak böreğinden yiyip vedalaştık. Dönüş için de Türkiye’den kalkan üç uçaktan birine kavga dövüş bindik. Orası da ayrı hikâye.

“Türkçenin Şiir Şöleni” için Ankara’dan Strazburg’a çıktığımız bu yoldan ardımızda şehirler ve dualar bırakarak döndük. 100 Euroları da kızlarımız Ayşe ve Ayşe’ye güvenle ulaştırdık. Münevver Hanım ise halen ne iş yapar, ne yer ne içer, Hızır mıdır şair midir bilmem. Yollar yollara hikâyeler hikâyelere eklenir. Bittiği vakit “çok güzeldi” diyebileceği hikâyesi olmalı insanın.

Mutlu pazarlar.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum