Eşsiz bir dost: Mustafa Çalık

İdeolojileştirme ve politizasyon, bir kültür için eşi bulunmaz ‘bataklık’lardır. Hiçbir kültür ve kültürel hareket o bataklıktan sağ çıkmamıştır ve çıkamaz. En iyimser ihtimalle o bataklıkların bulaştırdığı ‘zihnî sıtma’ların zangır zangır titrettiği mecalsiz bir bünye kalır geriye. Tedavinin yolu, ne bataklıkları inkâr etmekten ve ne de ‘gül bahçesi’ diye savunmaktan geçiyor. Hele hele, kronikleşmiş ‘sıtma’ nöbetlerini ‘titreyip kendine dönme’ seansları gibi gösterme alışkanlıklarından hiç geçmiyor. Çare, alabildiğine cesaretle düşünmekten, sorgulamaktan, samimiyetle ve yüksek sesle ifade etmekten, yani tartışmaktan geçiyor. Zihnî ve ideolojik çemberleri kırmaktan geçiyor. ‘Hakikat karşısında susan dilsiz şeytandır’ hadis-i şerifini, ‘lider, teşkilat, doktrin tartışılmaz!’ veya ‘liderin yanlışı benim doğrumdan üstündür’ türünden ‘ideolojik tekerlemeler’den üstün tutmadıkça da hiç kimse hiçbir çemberi kıramaz! ‘Çember’leri kırmanın yolu, vazgeçtik daha fazlasından ama hiç olmazsa siyaset kadar ilimle, irfanla, tefekkürle, sanat ve edebiyatla da meşgul olmaktan geçiyor.”

Yukarıdaki paragrafı aziz ve kadim dostum Mustafa Çalık’ın geçenlerde yeniden okuduğum Siyasi Yazılar isimli kitabından iktibas ettim. 1989 yılında Türkiye Günlüğü dergisini kurarak çok farklı görüşlerden aydınların da yazabildikleri demokratik bir platform inşa eden ve hayati meselelerimizin en üst seviyede tartışılmasını sağlayan Mustafa Çalık, kelimenin asıl manasında düşünen ve düşündükleri her zaman cesaretle söyleyebilen gerçek bir aydın, önemli bir siyaset bilimcisi ve aksiyon adamıdır. Hemen bütün yazılarını “İşte, ben de bunu söylemek istiyordum!” diye heyecan duyarak okumuşumdur. Onun hayatının hiçbir döneminde milliyetçilikten yüz çevirmediğini, ama aynı zamanda Türk milliyetçiliğine içeriden en köklü eleştirileri onun getirdiğini de hatırlatmak isterim.

Mustafa’nın seçkin fikir adamlığının yanı sıra eşine az rastlanır bir sohbet adamı, bir “mîr-i kelam”, olduğunu Ankara’da adeta bir dergâh haline getirdiği Türkiye Günlüğü’ne yolu düşenler çok iyi bilirler. Mustafa’yı dinlemek başlı başına bir zevktir. Onun bulunduğu yerde başkasına kolay kolay söz düşmez ama bundan şikâyetçi olana hiç rastlamadım. Zekâsı mizaha da yatkın olduğu için hadiselerin komik taraflarını hemen yakalar ve keyfi yerine geldiği zaman öyle hikâyeler anlatır ki değme meddah eline su dökemez. Onu dinlerken yerlere yatacak derecede güldüğüm zamanlar olmuştur. İsteseydi, Türkiye’nin en büyük ‘talk-show’ sanatçısı olabilirdi, ama o bu müthiş kabiliyetini sadece yakın dostları için sergiledi. Mustafa’nın iflah olmaz bir türkü-sever olduğundan da söz etmezsem onu eksik anlatmış olurum. Sesi güzeldir ve özellikle Yemen türkülerini, bu türkülerin ardındaki acıları derinliğine hissederek söyler. Sanırım, türkü sevmeyeni sevmeyenlerdendir.

Türkiye Günlüğü’nün yazarçizer takımı, üniversite hocaları, sanatçılar ve politikacılar için sık sık uğranılması gereken bir mahfil, bir cazibe merkezi haline gelmesi, Mustafa’nın bu meziyetleri sayesindedir.

***

Yıllar önce bir yazımda, Mustafa Çalık’ın portresini çizmeye çalışmıştım. Yazı şöyle başlıyordu: “Bazı insanlar vardır ki karamsarlık mikrobu taşırlar; dünyayı felaketin eşiğindeymiş gibi görmeniz için onlarla beş on dakika beraber olmanız yeter. Bazılarının da heyecanları sârîdir; sislerin dağılıp ufkunuzun açılmasını ve geleceğe dair ümitlerinizin canlılık kazanmasını sağlarlar. Mustafa Çalık ikinci gruba girer. Onu yaklaşık yirmi yıldır tanırım, fakat bir gün olsun karamsarlığa düşmüş halde görmedim. Her zaman yapacak bir şeyler olduğuna ve mutlaka bir çıkış yolu bulunacağına inanır ve bulur da.”

Mustafa Çalık, hâlâ o Mustafa Çalık... Şu sıralarda Ankara’da bir hastahanede kemoterapi görüyor; hastalığını müminlere has bir metanetle karşıladığını ve tedaviden olumlu sonuçlar alınmakta olduğunu ortak dostlarımızdan öğrendim. Mustafa’nın imanı, azmi, metaneti ve sabrı sayesinde bu hastalığı yeneceğinden ve dostlarını Türkiye Günlüğü’deki leziz sohbetlerinde buluşturmaya devam edeceğinden eminim.

Derkenar

BUGÜN, 15 TEMMUZ

Bugün 15 Temmuz... Ülkemizin büyük bir badireyi milletin ve bu milleti hakkıyla temsil edenlerin destanlara yaraşır direnişi sayesinde atlattığı o meş’um gecenin yıldönümü…

Tam iki yıl önce, FETÖ’yü taşeron olarak kullanmak suretiyle çıkarılacak kanlı bir iç savaşın ardından planlanan işgal hareketinin eşiğinden döndük. Bu acı tecrübe, bize, iyi niyetlerimizi, dinî ve insanî hassasiyetlerimizi, merhamet duygularımızı istismar ederek güç devşiren, güçlendikçe gözlerini daha büyük hedeflere diktikleri için istihbarat teşkilatları tarafından kolayca yönlendirilen sözde tarikatlere, cemaatlere ve benzeri yapılara karşı daha dikkatli ve müteyakkız olmak gerektiğini öğretti.

Son operasyonla ortalığa saçılan pislikler, ülkemizde maalesef FETÖ benzeri başka yapılanmaların da bulunduğunu gösteriyor. Devletimizin bundan sonra temel hak ve hürriyetlerimizi kısıtlamayacak ve demokrasimizin sorgulanmasına yol açmayacak köklü tedbirlerle kerameti kendinden menkul sahtekârların devlet içinde devlet kuracak derecede palazlanmalarını engelleyeceğine inanmak istiyorum.

Milletimize tekrar geçmiş olsun diyor, aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum. Allah milletimize bir daha böyle acılar yaşatmasın.

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum