Diyanet İşleri Başkanları’nın değişmeyen kaderi!

Görev süresinin bitmesine daha üç yıl bulunan Mehmet Görmez Hoca “emeklilik” gibi bir bahaneyle görevinden alınan ilk Diyanet İşleri Başkanı olmadığı gibi sonuncusu da olmayacak gibi görünüyor.

Zira, Cumhuriyet’le yaşıt Diyanet teşkilatının tarihi hiç de hoş olmayan bir şekilde görevden alınan, istifaya zorlanan Başkanların hazin hikayeleriyle dolu.

17-08/03/ekran-resmi-2017-08-03-013540.png

Elbette bunların tamamının hikayesini bilmiyoruz ancak kısmen dönemin basınına yansıyan ya da ‘zaman aşımına uğradıktan’ sonra anlatılan birkaç örnek mevcut.

Şunu söylemek pekâlâ mümkün: Kurulduğu tarihten bu yana görevi esnasında vefat eden (1924-1941 Rıfat Börekçi, 1942-1947 Şerafettin Yaltkaya, 1947 -1951 Ahmet Hamdi Akseki) üç isim ve gerçek anlamda kendi isteği ile emekliye ayrılan Tayyar Altıkulaç ve dolaylı olarak görevden alınan M. Sait Yazıcıoğlu hariç tutulursa Diyanet İşlerinin bütün başkanları siyasi otorite tarafından ve pek çoğu da hoş olmayan bir şekilde görevlerinden alınmış veya emekliliğe sevk edilmiştir.

Yani 1924-2017 yılları arasında görev yapan ‘17 Başkan’dan 12’si ya görevden alınmış ya zorunlu olarak emekliliğe ayrılmak durumunda kalmıştır!

Aslında bu sayıyı 13 olarak vermek daha doğru olacak. Çünkü görev başında gerçekleşen üç ölümden birisi olan Ahmet Hamdi Akseki’nin vefatı sıradan bir vefat olayı değildir.

Gelelim hikayelere.

Ahmet Hamdi Akseki 1942-1947: Dini hayatın baskı altında olduğu yıllarda görev yapan Akseki, devlet radyosunda Kur’an-ı Kerim okuyan ilk Diyanet Reisi olarak tarihe geçen isimdir. İsmet İnönü tarafından Diyanet İşleri Reisliğine atanan Akseki aslında 1924 tarihinden itibaren Diyanet teşkilatının üst kademelerinde görev yapan, toplum nezdinde alim ve muteber bir insan olarak tanınan ve tek parti yönetiminin dine müdahalelerine en fazla direnç gösteren isimdir.

1951’e gelindiğinde Hoca’dan dolayı kurum siyasetin hedefine oturtulur. Önce İstanbul gazetelerinde Akseki’nin makamında Arap harfli bazı dilekçeleri kabul ettiği yönünde haberler yer almaya başlar. Ve ‘başkan’ üzerinden Diyanet’e yönelik yoğun bir karalama kampanyası yürütülür. (isam.org.tr, M. Suat Mertoğlu)

O günlerde Meclis’te Diyanet İşleri Riyaseti’nin bütçe görüşmeleri vardır. Ahmet Hamdi Akseki (8 Ocak 1951) Bütçe Komisyonu üyesi milletvekillerine bilgi verirken CHP’li üyelerin, hususen Ferit Melen’in ağır hakaretlerine uğrar ve geçirdiği kalp krizi üzerine vefat eder. (İsmail Kara, İslamcılık, Sh 194, İletişim)

Ömer Nasuhi Bilmen 1960-1961: Diyanet tarihinde en kısa görev (9 ay) yapan başkan olarak tarihe geçmiştir. Ömer Nasuhi Bilmen’in ‘istifa’ hikayesini Mehmet Görmez’den dinleyelim:

“Ömer Nasuhi Hoca başkan olarak atanır, İstanbul’dan trene biner ve Ankara Garı’na indiğinde kendisini bir polis memuru ile bir şoför karşılar. Hoca ‘Önce Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun evine gidelim’ dediğinde polis memuru şaşkınlığını gizleyemez ve “Hocam, ülkede ihtilal oldu ve ihtilal Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden aldı biliyorsunuz değil mi” der.

Ömer Nasuhi Bilmen, polis memurunun aba altından sopa gösteren uyarılarına rağmen gitmekte ısrar eder. Giderler. Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, karşısında Ömer Nasuhi Bilmen’i görünce şaşırır. Hoca “Efendim, bana bir vazife yüklediler. Ankara’ya geldim. O makama başlamadan önce sizin izninizi almaya geldim” der. Eyüp Sabri Hoca’nın cevabı “Devir, defi mefsedet devri, celb-i maslahat devri değil. Zor günlerden geçeğiz. Hamdolsun ki göreve sen geldin. Milletimizi nice kötülüklerden, yanlışlıklardan vazgeçireceksin inşallah”.

Ömer Nasuhi Bilmen göreve başlar ancak dokuz ay sonra istifa etmek zorunda kalır. Çünkü, Bilmen’den Diyanet Reisi olarak Menderes ve arkadaşlarının idamıyla ilgili ‘katledilmelerinin dinen de cazi olduğu hatta vacip olduğu’ şeklinde bir hutbe okumasını isterler! Bunu kabul etmez ve onurlu bir şekilde istifasını verir. (Mehmet Görmez, Erkam Radyo, 1 Temmuz 2015)

İbrahim Bedrettin Elmalı 1965-1966: Yakınları tarafından dirayetiyle tanınır. Diyanet’in ilk yurtdışına çıkan başkanıdır. Göreve geldiği ilk günlerde Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’dan bir davet alır. Gitmesine izin verilmez. Hoca aldığı davete icabet etmekte ısrarcı olur. Gider. Basın ‘Şeyhülislam gibi karşılandı’ manşetleri atarak Hoca üzerinden ‘laiklik, cumhuriyet’ tartışmalarını başlatır. Eyvah irtica geliyordur! Başkan Elmalı Tunus’tayken Libya’dan bir davet alır: “Osmanlı’dan ilk defa bir Diyanet İşleri Başkanı buraya kadar geldi. Lütfen, sizin ayaklarınız bizim ülkemize değmeden dönmeyin. Bingazi’ye gidelim, sizi Bingazi’den İstanbul’a gönderelim.”

Başkan Elmalı Bingazi’ye geçer, Dışişleri Bakanlığı’ndan bir nota gelir: Hoca gerekirse derdest edilerek uçağa bindirilip derhal gönderilsin!

Hoca’nın yaşadığı aşağılanma bununla da sınırlı kalmaz. AP milletvekili ve Devlet Bakanı Refet Sezgin tarafından (1966) tayin isteğini yerine getirilmediği için makamı basılarak hakaretler yağdırılır ve istifaya zorlanır. Ve istifa dilekçesini yazar. Hadise dönemin basınına kısa bir şekilde birkaç satırla yansır.

Hasan Hüsnü Erdem 1961-1964: 27 Mayıs darbesinin akabinde Diyanet İşleri Başkan yardımcılığına getirilen emekli Tümgeneral Sadettin Evrin nurculuk aleyhinde bir metin kaleme alır ve Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem’in de metne kendi imzasını koyarak yayınlamasını ister. Erdem metne karşı çıktığı için emekliliğe sevk edilir. Sadettin Evrin’in Diyanet’e “futbol milli bir ibadettir” fetvasını verdiren isim olduğunu da hatırlatmış olalım.

Tayyar Altıkulaç 1978-1986: Makamı basılan bir başka isim de Tayyar Altıkulaç’tır. Olayı kendi ağzından dinleyelim: “12 Mart muhtırası sonrasında göreve geldim. CHP Milletvekili Celal Paydaş’ın bir talebi oldu. Filanca kişiyi şu göreve getir dedi. Ben de istediğiniz kişinin niteliği o göreve uymuyor, şu göreve verelim dedim. Bunun üzerine silahla makamımı basarak, hakaretler yağdırıp, tehdit etti.” (Selim Efe, Star, 29.04.2012)

***

Ve Diyanet İşleri’nin 17. Başkanı Mehmet Görmez. Kudüs’ü ziyaret eden ilk Diyanet İşleri Başkanımızdı. Ve Diyanet teşkilatının acılı tarihini bilen en iyi isimlerden birisi. Diyanet’in bilinmeyen acılı tarihini kitaplaştıracaktı. Bizler de okuyacaktık. Diyanete katkılarını buradan bir bir anlatmaya gerek yok.

Fethullahçı terör örgütünden boşalan yerleri gözlerine kestiren, FETÖ’cü taktiklerle kendilerine alan açmaya çalışan itibar suikastçılarına kurban verildi. Her şey gözümüzün önünde gerçekleşti.

O da seleflerinin yaşadığı kaderi yaşadı. Sessizse “emekliliğini” istedi. Kayda böyle geçti. Ama gerçeğin böyle olmadığını hepimiz biliyoruz.

Mehmet Görmez Hoca’nın “emeklilik” görüntüsü altında görevinden alınmasının ortaya koyduğu bir hakikat var. O da şudur: Değişmiyor. Ne yaparsan yap değişmiyor. Diyanet bir devlet kurumudur, başına atananlar da ‘memur’dan ötesi değildir. Atarsın gelirler, yürümediği zaman ‘emeklilik dilekçesini’ istersin sıradaki gelir, olur biter! Velhasıl kelam, Diyanet İşleri Başkanlarını tapu kadastro memurlarıyla eş değer tutan...

Peki, çözümü yok mu? Aslında Mehmet Görmez Hoca, halefleri de aynı kaderi yaşamasın diye sorunun çözümünü söyleyerek gitti:

“Bu köklü müessesenin salt bürokratik bir kurum mu yoksa ilmiyyeyi de temsil eden dini-manevi hayatımızı sevk ve idare eden bir müessese mi olacağına artık kesin bir şekilde karar verilmelidir.” (Veda konuşması, 31.07.2017)

Sanırım Diyanet kurumu hakkında artık ciddi bir şekilde karar verilmesi gerekiyor.

YORUMLAR (23)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
23 Yorum