Suriye’de aktör, model ve meşruiyet tartışmaları...

Suriye’yle alakalı her gün yeni haberler almaya devam ediyoruz. Son bir haftada birbirlerini takip eden açıklamalar Suriye’yle alakalı kafaların tekrardan karışmasına ve hesapların yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Trump’ın Suriye’den çekileceğiz söylemi de Fransa’nın Suriye’de daha fazla aktif rol alacağız vurguları da Suriye denklemindeki gelişmelerin ne kadar dinamik olduklarını göstermeleri açısından önemliydi. Fakat her iki açıklama da sahayla söylem arasındaki makası göstermeleri açısından da öğreticiydi.

Trump’ın Suriye’den çekileceğiz açıklamasını yaptığı dönemde Amerika, Suriye’deki askeri varlığını daha da tahkim ediyordu. Türkiye’yi daha yakından ilgilendirdiği için medya ABD’nin Menbiç’teki askeri varlığını tahkim etmesi meselesine yoğunlaştı. Fakat Menbiç Amerika’nın askeri varlığını artırdığı tek bölge değildi. ABD, Suriye’de Irak - Suriye - Ürdün üçgeninde yer alan Tanaf bölgesi başta olmak üzere Suriye’deki 11 üssünde de askeri varlığını artırdı.

Yine, Fırat’ın Doğu’sunda Suriye Gelecek Partisi kuruldu. Aslında, Suriye sahasını yakından takip edenler için bu partinin kurulması çok da sürpriz sayılmamalı. SDG projesi temelde YPG’yi daha üst bir çatı altında ambalajlama stratejisinin ürünüydü. Fakat bu girişim göstermelik bir adımın ötesine de işaret ediyordu. Amerika, Suriye’de uzun vadede varlığını sürdürebilmenin demografik zeminini hazırlamaya çalışıyor. Sadece Kürt’lerin değil içinde Suriyeli Sünni Arapların da yer aldığı bir yapı kurmaya çalışıyor. Bu girişimi için de Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki bazı Arap devletlerinden destek aldığını görüyoruz. Fakat SDG nihayetinde askeri bir yapılanma. Bu yapıdaki YPG’nin dominasyonu ve bunun da PKK’yla rahatlıkla ilişkilendirilebilmesi SDG’yi özellikle Türk - Amerikan ilişkilerinde sorunlu kılmaya devam edecekti. Hem bunu aşmanın bir yolu olarak hem de PYD’yi içerisinde çok ciddi manada Arap bileşenin de olduğu bir siyasal çatı içerisinde ambalajlamak için ABD’nin siyasal bir yapıya ihtiyacı vardı. Suriye Gelecek Partisi, böylesi bir projeksiyonun ürünü gibi gözüküyor. Burada Türkiye’nin kaygılarını belli ölçüde teskin etmek önemli bir motivasyon kaynağını oluştursa da, bu partinin kurulumunu sadece bu faktör üzerinden açıklamak pek gerçekçi gözükmüyor.

Kuruluş kongresindeki “komşularla iyi ilişkiler”, “Suriye’nin birliği”, “tüm bölücü projelerin reddedilmesi”, “PYD’nin kullandığı kanton ve benzeri idari yapılar vurgularının yapılmaması”, “bunun yerine daha genel adem-i merkeziyetçilik vurgusunun yapılması” ve benzeri ilke ve prensiplerin benimsenmesi Türkiye’nin kaygılarını ciddi manada teskin etmeye matuf kararlar olarak okuyabiliriz. Fakat bütün bu projeyi Türkiye merkezli okumak çok gerçekçi olmayabilir. Çünkü Fırat’ın doğusunda Arap - Kürt denklemi ve dengesinin kurulmasının hem Amerika’da hem de bölgede talep eden ciddi bir kesim var. Yukarıda da ifade ettiğim üzere, bu Amerika’nın Suriye’de kontrol ettiği alanınını sürdürebilir kılmak için de attığı bir adım gibi gözüküyor. Resmî yetkililerin yaptığı açıklamalar Türkiye’nin bu adımla tatmin olmayacağını gösterse de Amerikalılar muhtemelen bu adımı Türkiye’yle yapacakları müzakerelerde bir başlık olarak kullanacaklardır.

Öyle görünüyor ki Fırat’ın Doğusu önümüzdeki dönemde birçok adıma ve yeniliğe gebe gibi gözüküyor. Buradan Fırat’ın Batısına dönecek olursak, Türkiye ile Amerika’nın Menbiç için orta bir yol bulması çok zor görünmüyor. Fakat Amerika ile Türkiye’nin yapacakları Menbiç pazarlığı sadece Menbiç’le sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. Menbiç muhtemelen bir paket programının parçası olacak. Bu paketin içerisinde muhtemelen Fırat’ın Doğusu da Rusya da İran da yer alacak. Hatta Türk - Amerikan ilişkilerindeki diğer bazı konular da bu pakette yer almaları kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’yi asıl zorlayacak olan mesele bu paketin içerisinde yer alması muhtemel olan İran ve Rusya başlıkları olacaktır.

Son olarak, Fırat Kalkanı bölgesi fakat özellikle de Afrin ile alakalı birkaç noktanın altının çizilmesi gerekir. Türkiye’nin buralardaki başarılı askeri operasyonlarını aynı zamanda sürdürebilir siyasal başarılara da dönüştürebilmesi için üç prensibe dikkat etmesi lazım.

Demografik meşruiyet: Türkiye, Suriye’de birçok aktöre yönelik demografik mühendislik yaptıklarına dair en güçlü eleştiriyi yapan aktör konumundadır. Kontrolü altında artık kayda değer bir bölge olan Türkiye’nin buralardaki yönetim organlarının oluşumunda demografik meşruiyet prensibine riayet ederek Suriye’de alternatif bir model sunabilmeli.

Yönetim meşruiyeti (governance): İç savaş durumlarında aktörlere en fazla meşruiyet sağlayan unsur onların güçlü bir yönetim kapasitesini ortaya koyabilmeleriyle yakından ilintilidir. Asayişin sağlanmasından temel hizmetlerin sunumuna kadar sürdürülebilir bir yönetim modeli ortaya konulmalı.

Suriyelilik meşruiyeti: Türkiye, etkisi altındaki bölgelerde orta vadede bir işgal gücü olarak algılanmamak için kendisinin daha az görünür olduğu, kendisine müzahir Suriyeli aktörlerin ise güvenlikten yönetime bütün alanlarda daha fazla görünür oldukları bir modeli işleme koymalı. Önümüzdeki dönemde Suriye’de meşruiyet ve model tartışmalarının yapılmasına muhtemelen daha fazla şahit olacağız.

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum