Maraş açılımı

Maraş Kıbrıs’ta, Magosa’ya komşu 5,3 kilometrekarelik 1974’den bu yana yerleşime kapalı bir kent. Yerleşime kapalı olmasının nedeni günün birinde geri verileceğinin düşünülmesi, nihai çözüm söz konusu olduğunda Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin elindeki güçlü bir pazarlık kozu olarak görülmesi. Son açıklamalara göre içinde 4 bin 649 konut, 45 büyük otel, 99 eğlence mekanı, 143 resmi daire, 2 bin 953 işyeri, 21 banka, 7 kilise ve daha pek çok şey varmış. Doğal olarak yıllar içinde bunların çoğu kullanılamaz, oturulamaz hale gelmiş.

Şimdi KKTC Hükümeti bu bölgeyi yerleşme açmak için sayım-döküm çalışmaları yapıyor. Geçtiğimiz günlerde de KKTC Dışişleri Bakanı Kudret Özersay bir grup gazeteciyi bu bölgeye götürüp gezdirdi. Basına yansıyanlardan eskiden burada yaşayanların, mülk sahibi olanların ve onların mirasçılarının haklarına halel gelmeden geri dönebilecekleri anlaşılıyor. Adres olarak da AİHM’nin beklentileri doğrultusunda Türkiye’nin desteğiyle 2005 yılında kurulan Taşınmaz Mal Komisyonu gösteriliyor.

***

Tahmin edilebileceği gibi Rum tarafından bu teşebbüse tepki verdi, BM Güvenlik Konseyi’nin 11 Mayıs 1984 tarihli ve 550 sayılı kararı hatırlatıldı, bu bölgenin statüsünde yapılacak değişikliğin kabul edilemeyeceği vurgulandı. Türk tarafında ise çoğu yorumcu bu teşebbüsü insani ve iktisadi gerekçelerle alkışlarken, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın pek de mutlu olmadığı basına yansıdı ya da yansıtıldı.

Maraş girişimini Özersay’ın Nisan 2020’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlığı olarak yorumlayanlar da var, AİHM’de görülen bölgenin statüsünü ve Türkiye’nin ödeyeceği tazminat miktarını belirleyecek bir davanın seyrini etkilemek amacı güttüğünü söyleyenler de. Benim görüşüm daha ziyade Rum tarafı üstünde bir baskı aracı olarak düşünüldüğü yönünde.

Bilindiği gibi Türkiye’nin de, Türk tarafının da elinde Rumlar ve uluslararası toplum üstünde baskı oluşturacak az sayıda araç var. Doğu Akdeniz’deki sınırları belirlenmemiş egemenlik alanları bunlardan biri. Türkiye eylem ve açıklamalarıyla Doğu Akdeniz’de hem oldu-bittilere rıza göstermeyeceğini, hem de bu bölgenin istikrarı için Kıbrıs sorunun bir şekilde çözülmesinin şart olduğunu GKRY’ne ve dünyaya anlatmaya çalışıyor.

İkinci araç ise “makul” bir süre içinde çözüm bulunamadığı takdirde BM müktesebatı ve üstünde 1977’den beri uzlaşılmış parametrelerin dışında bir çözüm için çalışılacağı mesajı içeren açıklamalar, yayınlar ve raporlar. Çözümsüzlüğün çözüm olmadığı bu kez bizim tarafımızdan vurgulanıyor. Maraş da bunun bir parçası. Çözüm olmadığı takdirde Maraş’ın KKTC’nin yönetiminde yerleşime yeniden açılacağı ima ediliyor.

Her ikisi de bence statükoyu sarsabilecek etkili araçlar. İlki donmuş varsayılan ve sanki çözüm olmuş da buna Türkiye ve Türk tarafı itiraz ediyormuş gibi düşünülen bir sorunun ısınabileceğini, Doğu Akdeniz’deki dengeleri sarsabileceğini, çıkarları etkileyebileceğini gösteren bir yaklaşım. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünün hala tartışmalı olduğunun, egemenlik iddiasının gerçeği yansıtmadığının altını çiziyor.

İkincisiyse Rum tarafını yeniden düşünmeye, kaybedebileceklerini hatırlatmaya yönelik bir hamle. Muhtemelen de istenen etkiyi şimdiden üretti, müzakerelerin yeniden başlayabilmesinin yolunu açtı. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Lute‘nin Pazartesi ve Salı günü adada yaptığı görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkacağa benzer. Olumlu sonuç çıkarsa, yani referans kavramlar tanımlanıp müzakereler başlar ve mucize gerçekleşirse, iki tarafın da kabul edebileceği bir plan referanduma götürülürse, o zaman hiç sorun yok.

***

Maraş konusu ve onun doğuracağı mülkiyete ilişkin komplikasyonlar zaten hep düşünüldüğü gibi nihai çözüm içinde eriyebilecek demektir. Referandumdan bir kez daha olumsuz sonuç çıkarsa da artık taraflar ayrılığın tescilini kabulleneceklerdir. Ama eğer bunlardan hiç biri olmazsa, yani Maraş’ın yerleşime gerçekten açılması, statükosunun değişmesi, dolayısıyla da bu bölgede 1974 öncesi yerleşik olan insanların haklarının iadesi ve/veya tazmini söz konusu olursa, o zaman Türkiye’nin yüklü bir maliyetle karşı karşıya kalma olasılığı güçlüdür.

Ben bu olasılığın Kudret Özersay gibi sorunu sadece siyasetçi olarak değil konuyu derinlemesine çalışan, hukuki inceliklerini bilen, yıllarca müzakerecilik yapmış biri tarafından dikkate alındığını düşünüyorum. Aynı şey Türkiye Dışişleri açısından da geçerli. Eminim onlar da en ince ayrıntısına kadar hesap yapmış, olasılık senaryoları üstünde çalışmıştır. Yine de ödemek zorunda kalırsak kullanım kaybından doğan zararın karşılanmasının bizim, yani Türkiye üstünde ciddi bir yük oluşturacağını hatırlatmak istedim…

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum