Diyorlar ki…

Altmış yıl önce vefat eden Selanik kökenli eğitimci, gazeteci, yazar, siyasetçi ve diplomat Ruşen Eşref Ünaydın dilimize öldürücü neşter vurulduğu 1930’lu yıllarda Dil Encümeni üyeliği ile yeni kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti umumî kâtipliği yaptı. Döneminin sosyal meseleleri ile hikâyeden mensur şiire, denemeden tiyatro oyunlarına kadar farklı türlerde eserler vermiş olmakla birlikte daha çok mülâkatlarıyla ün kazandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında döneminin ünlü yazar ve fikir adamlarıyla yaptığı ve “Edebî Ziyaretler ve Mülâkatlar” başlığıyla yayımladığı, daha sonra Diyorlar ki adını verdiği eseri ile gazeteci olarak ön plana geçti. Yeni Mecmua’nın ‘Çanakkale Nüsha-i Fevkalâdesi’nde neşredilen “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülâkat” ile Mustafa Kemal’i ilk defa kamu oyuna tanıtmış, böylelikle siyasetçiliğinin temeli de atılmış oldu. Yazıma seçtiğim başlıkla hem bu iş bilir Cumhuriyet seçkinini ölüm yıldönümü münasebetiyle anmayı hem de ünlü eserinden ödünç alarak, gazetemizde 23 Mart 2018’de yayımlanan (zaman ne çabuk geçiyor) ilk yazımdan itibaren not aldığım Türkçe, dil üzerine söylenmiş sözleri, araya girmeden, aktarmak istiyorum. Böylelikle not defterini de biraz boşaltmış oluyorum. Kullanılmayan notun varlığı anlamsızlaşıyor.

***

“Bizim dilimiz, dinî bir terminoloji üzerine kodlanmıştır. Türkçe, Müslüman olmuş bir dildir. Kelimelerin içini boşaltırsanız toplumun muhayyilesini ve muhakeme yetisini de zedelersiniz.”

“...dilin inşası ve edebî bir yapı kazanması İstanbul’un fethi ile mümkün oldu.” (İhsan Fazlıoğlu)

“Batı kaynaklı kelime ve unsurlar, oldukça geniş bir kitlenin günlük yaşayışından düşünce dünyasına kadar uzanan ve sonuçta kimliği etkileyen bir niteliğe ulaşmıştır. Dildeki yabancılaşma kültürel yabancılaşmaya dönüşüyor. Bu durum birçok yabancı dil kuralının da Türkçeye girmesine, Türkçe düşünüşü olumsuz etkilemesine , Türkçenin mantık ve işlevini bozmasına da yol açmaktadır.” (Enes Genç, Konuştukça batıyoruz, Yeni Akit, 26.11.1995)

“Nasreddin Hoca fıkraları için bazıları ‘güldüşün’ sözcüğünü kullanır.” (Mustafa Duman) “Cumhuriyet ve harf devrimiyle köklü bir kopuş yaşadık. Henüz kendi köklerimizle ilişkilerimiz kurulmuş değil. 1500 yıllık birikimle bugüne ve geleceğe bakamıyoruz.” (Kadir Canatan)

“...ne halk, ne vatan, ne uyruk; önemli olan anadili.” (Hannah Arendt)

Halkı, vatanı, uyruğu önemsiz göremeyiz. Arendt de anadil vurgusunu güçlendirmek için böyle söylemiş olmalı.

“… Batı kökenli kelime ve terimlerin Türkçeleri var mı yok mu diye düşünmeden onları olduğu gibi özgün yazımlarıyla dile sokmak çağımızın hastalığı haline geldi.” “… dil kimsenin umurunda değil; insansız, nefessiz bir yaşama doğru gidiliyor. Güzel Türkçe bir şey ifade etmiyor.” (Hamza Zülfikar, Yabancı kelime kullanımı, Türk Dili, Eylül 2018)

“Türkçenin Diyarbakır ağzını onun kadar güzel ve yerinde kullanan çok az insan bilirim. (…) Yazdığı gibi konuşan, konuştuğu gibi de yazan bir adamdan söz ediyoruz. (…) O yerelliğe evrensel boyut katarak edebiyat, felsefe, tarihle yoğurarak sunuyor. (…) Ahmed Arif’in şiirindeki dili, Kürdün Türkçeye jestidir. Çünkü Kürtçenin, Kurmanci, Zazaca lehçeleri (kimilerine göre Zazaca ayrı bir dil) ile Arapça biliyor ama Türkçe yazmayı tercih etmiş.” (Ahmed Arif-Abisi Olmak Halkının kitabı üzerine Şeyhmus Diken’le Aslı Uluşahin’in söyleşisinden, Cumhuriyet Kitap, 30.8.2018)

“Din varlığın doğasıdır, dil ise varlığın mekânıdır. (…) Dilin başlı başına bir bilinç durumu olduğu…” (Mustafa Aydoğan)

“Dili yanlış kullanma hiçbir faziletsizliğin kat’î delili değildir. Burası doğru. Fakat bozuk dilin bozuk düşünce demek olduğu da muhakkaktır.” (Tarık Buğra)

“Temiz bir dilin en büyük düşmanı yapmacılıktır.” (George Orwell)

“...dil büyük bir mucizedir, benzersiz bir zorunluluktur ve imkândır. (…) Her dil kendi kültürel, sosyolojik, etnografik ve tarihsel bağlamı içinde bir zihniyettir, dünyadır.” (Celâl Soycan, Dil labirentinde bir kâşif:Şiir çevirmeni, Cumhuriyet Kitap, 27.9.2018)

“Ülkemizde öncelik Türkçe öğreniminde değil yabancı dil öğretimindedir. (…) Türkçeyi ses ve yapı kurallarına göre yerinde kullanmak, yazmak bir meziyet sayılmıyor.

İçinde bulunduğumuz ortama bakıp Türkçenin geleceği hakkında olumlu bir kanaatte bulunamıyorum.

Gazetelerde yer alan yüzlerce yabancı kelimenin yabancılığı artık dikkat çekmiyor. Kişi, bunları öğrenmek ihtiyacı duyuyor, böylece ister istemez yabancı kelimelere öncelik veriyor ve bir süre (sonra) onlarla konuşma, yazmaya başlıyor, hatta böyle şeyleri öğrenmeye (kendini) mecbur ediyor. Türkçe hızlıca yabancılaşıyor, Türkçe sözleri seçip kullanma bilinci zayıfladı.

Bir zamanlar Doğu kökenli kelimelerin boyunduruğundan kurtulmaya çalışan dilci, edebiyatçı hocalarımız, sanatçılarımız, yazarlarımız şimdi aynı duyarlığı Batı kökenli kelimeler karşısında göstermiyor.” (Hamza Zülfikar, Dersler başladı, Türkçe öğretimine katkı, Türk Dili, Ekim 2018)

Burada araya girmek zorundayım. Dil profesörü ve Türk Dil Kurumu’nun dergisi Türk Dili’nin sürekli yazarlarından Zülfikar’ın yazdıklarını parantez içi eklerle düzeltmem gerekti. Ayrıca yazısının Türkçe öğretimine katkı faslından verdiği yanlış-doğru yazıma ilişkin örnek cümleler de bir hayli problemli.

Bir örnek verelim: “Binek araçlarının lansmanı demektense binek araçlarının lansmanı tercih edilmeli.” Yanlışı sadece tekrarlamıyor, üstteki sözleriyle çelişkiye düşüyor. Anlaşılan o ki, pek çok yazar gibi bu hocamız da göndermeden önce yazısını gözden geçirmiyor ve geniş imkânları olan bir kurumun dergisinde yazı bilinci olan bir musahhih yani düzeltici bulunmuyor. Dil Kurumu dilimize gereken özeni göstermiyorsa, kimden ne bekleyebiliriz?

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum