Fırsat maliyeti

Küresel ekonomik ilişki ağı gelişmiş ülkelere imkan ve avantaj sunduğu kadar gelişmekte olanlara da fırsatlar gösterir. Doğal kaynakları yetersiz, sanayii ve teknolojide yaratıcı olamayan ama insan gücü ve dinamizmi olan ülkeler bu fırsatları değerlendirerek daha fazla ticaret yapabilirler. Küçük ve orta çaplı üretim kalemlerinde rekabetçi olmayı başaranlar, tarım ve hayvancılık ya da bazı madenlere sahip olarak pazar paylarını genişleten ülkeler vardır. Ya da eğitimli insan imkanını büyük markaların fason üretim ünitelerine sevkederek (Türkiye örneğinde tekstil ve otomotiv) dış ticarette büyük cirolara ulaşabilirler.

Gelişmek olan ülkelerin dinamizmi sahip oldukları değerleri optimum kullanmaktan; uluslararası ticaretin ve dolayısıyla finans sisteminin dilini kullanmaktan geçer. Finans sisteminin dili önemli çünkü, Türkiye başta olmak üzere bütün gelişmekte olan ülkeler, büyümek için düzenli olarak dış borca ihtiyaç duyarlar.

Her küresel finans dalgalanmasında ve kur/faiz tartışmasında Meksika, Güney Afrika, Brezilya, Arjantin, Hindistan ve Türkiye’nin birlikte anılmasının nedeni de budur. Benzer özelliklere sahip bu ülkeler aynı zamanda küresel fonlardan kendi kısıtlı alanlarına düşen payı korumak için rekabet halindedir. Bu rekabet, yüksek ve güvenli faiz vaadiyle başlar, hukuki teminat, siyasal istikrar ve elbette öngörülebilir olmayı içerir.

Kabaca tarif edecek olursak, biz ve bizim gibi ülkeler vatandaşlarının iyi konutlarda oturmak, iyi sağlık hizmeti alabilmek, çok seyahat edebilmek, ileri teknoloji ürünü cihazlar kullanabilmek gibi ihtiyaçlarını temin için ülke içinde ürettiğinden daha fazlasına ihtiyaç duyarlar ve bunun için de borçlanırlar. Bu sanılanın aksine büyük bir mesele değildir. Borçlanabilmek bir kabiliyettir ve ülke ekonomisinin büyüklüğüne oranla bunu sürdürmek hem imkan ham de maharettir. İçinden geçtiğimiz ekonomik krize rağmen Türkiye bugün hala benzer ülkelerin birçoğuna göre daha az borç yüküyle yaşamaktadır.

Mesele, dışarıdan alınan kaynağın verimli kullanılıp kullanılmadığıdır. Yani bizde çok bilinen tartışmayı açacak olursak, kaynakları inşaata yatırmanın akıllıca olup olmadığıdır. Açık ki, önemli bölümü bankacılık sistemi üzerinden sendikasyon yoluyla elde edilmiş ve dolayısıyla faiz maliyeti taşıyan parayı, inşaat yerine sayısız teknolojik alanların bir veya birkaçına yatırmış olmak daha rasyonel bir karar olacaktı. Türkiye 17 yıl gibi çok uzun sürede, birçok sanayii (ya da dijital teknoloji) dalında dünyanın önde gelen üretim merkezlerinden birisi olabilirdi. Bunun yerine büyük yapılarla zevahiri kurtarmayı tercih ettik ve katma değer yaratacak, gelecek vadeli kazanç sektörlerine odaklanmayı ıskaladık. O lüks binalarda tek bir yerli marka asansör kullanamadığımızı söyleyelim de mesele anlaşılsın.

Üstelik, büyük inşaat hamlesine rağmen hala depreme karşı çaresiz eski konut stokuyla yaşamaya devam ediyoruz. Yani, kaynakların çoğunu inşaata yatırırken kentsel dönüşümü çözebilirdik; bu da mümkün olamadı.

Fırsat maliyetimiz büyüktür ama hayıflanmak da faydasız… Şimdiden sonra acil ve gerçekçi bir yöntemle sınırlı kaynakları, bugün gösterişsiz olsa bile ülkeye ileride para ve kazandıracak, dünyayla rekabet edebilecek sektörlere kaydırmanın yolunu bulmalıyız. Bunun için öncelikle kolaycı zihniyeti değiştirmemiz gerekiyor. Topluma bol para döneminin bittiğini ve refahın yolunun sadece üretmekten geçtiğini söylemenin zamanıdır.

İyi binalarla oturmak, iyi hizmet alabilmek, arabaları ve telefonları yenilemek ve tabii yeniden büyüyüp işsizliği azaltabilmek için geleceğin dünyasına talip olmamız gerektiğini anlatmamız gerekiyor.

Topluma da devlete de siyasete de…

YORUMLAR (48)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
48 Yorum