‘Kriz içindeki bilinç’

Güçlünün tabiatı ile muhterisin karakteri aynı çizgide buluşur; eldekini büyütmek ve olup bitenin özünü saptırıp saklamak. Meselelerin teorik tartışma düzeyini yitirip günlük gelişmelerin ve politik dilin kontrolüne girmesiyle sadece hayatın akışı değil zihinler de şekillenir. Güçlü ve muhteris bu fırsatı kaçırmaz. Propaganda eşliğinde elinde çiçek görünümlü dayatmalarla gülücükler saçarak yol almaya çalışır. Başı defalarca kazanmanın şevkiyle dönmüştür. Yetmez buradan kendisine ilahi bir varlık hikayesi yaratmaya koyulur. Sanat ve düşünce faaliyetlerinin doğasındaki yüksek kaybetme iştiyakı kabul bile görmez böylesi hallerde. Hatta kaybetmek, ötekilerin, kötülerin kaderi sayılır. Muhterisler ve paydaşlar bir süre de olsa böyle şenlik içinde yaşayıp giderler.

Herkes elindekine yeni bir şey eklemek için o kadar çırpınır ki elde tutulanın doğası üzerine konuşup fikir yürütmek neredeyse imkansız hale gelir. Helali düşünmek mesela salt elde toplanmış bütüne bakmak sanılır. Oysa helali bir kez olsun düşünebilmek eldekinin yok olma hakkını göze alabilmektir. Soru sormak lanetlenir vasatın egemenliğinde. En üst zenginlikler de vasatın çatısı altındadır. Çalışma ve yaratıcılıkla kazanılmamıştır para. Bundan dolayı şüphe sürgüne gönderilir. Kat kat yığıldıkça korunacağına inanır insanlar maddi ve manevi birikimlerinin. Oysa eleştiri sadece ilerlemenin değil kazanmanın doğası adına da mutlak yürütülmesi gereklidir. Eğer insan sadece kaslarından, midesinden, sayılardan, kazanmaktan ibaret bir varlık olsaydı onun koruma ve korunma refleksini daha iyi anlayabilirdik. Ne var ki ‘üryan’lık salt bedensel bir soyunukluk değil her hal ve şartta insanın durmaksızın hesaplaşmasının bir niteliğidir. Ancak sonunda üryan kalacağını ve bu dünyadan öyle ayrılacağı yanında varlık hakkını başkalarının hakkını gasp etmeden kazanacaklarını idrak edebilen varlıklar kazanımlarının doğası üzerine cüretle düşünme vasfını kazanabilirler. Öteki türlü iktidar tutkusundan mal mülk putperestliğine, kifayetsiz muhterislikten arkaik yobazlığa gidip geliş kaçınılmaz olacaktır. Oluş, süreklilik içinde değerler döngüsüdür hep.

Hiçbir şey olup bitmek için olup bitmez ayrıca. Bilim, sanat, düşünce , sebep sonuç ilişkisinden hareket etmekle kalmaz, muhtemel yeni sebep ve sonuçları öngörmeye çalışır. Bu bağlamda hemen hiçbir şey mutlak güven içinde değildir kainatta. Akıl sır ermez sistemler birden değişebilir, aksamaz sanılan hesaplar şaşabilir. İnsan o düşünce kutbundan bu düşünce kutbuna savrulabilir. Bu olgusal gerçek bir yandan yaşamanın adrenalini artırırken diğer yandan insanı durmaksızın endişeye bile sürükleyebilir. Kriz denilen şey bu sebepten sadece sonuç değil aynı zamanda potansiyel çıkış demektir. İnsanın yeryüzünden tedirgin bir yolcu olarak geçmesi onun adına şanstır. Ancak budalalar mutlak uyuşukluğun içinde kurtuluş umuduyla yanıp dururlar.

Sanat ve düşünce adamları krizi en doğal halde idrak edip yaşayan kişidirler. Soru ve şüphe krizin ana besinidir onlar için. Yaşadıkları zamanın en hassas kriz ölçerleri olmakla kalmazlar henüz deneyimlenmemiş olanları da hissederler. Romancıların, filozof ve şairlerin eserlerine yansıyan insan hallerinin sonsuzluğu bundandır. Yeter ki sanatçı ve düşünce adamı krizi yapay bir olgu olarak bünyesine almasın. Onun taklitçisi yanında şifacısı olmaya soyunmasın. Güdümlü kriz elçiliği hiçbir şey getirmez has sanatçı ve düşünüre. Bilakis topluma liderlik etmeye soyunup kurtarıcılık rolüne bürünenlerin gölgesine sürükler.

Nurdan Gürbilek’in söyleşilerinden birisinde ‘kriz içindeki bilinç’ nitelemesine rastladım. Kendisine yöneltilen güncel bir tartışma konusundan hareketle yazardaki temel niteliği belirlemek adına kullanmış bu tanımı Gürbilek. Kriz, bizim sadece siyasal tarihimizin değil asıl belki kültür tarihimizin vasıflarından birisi. Tanpınar yeni edebiyatımızın bir medeniyet krizinden çıktığını söylerken sebep kadar imkana da vurgu yapar sanki. Bir yandan bakıldığında tamamıyla olumsuzluklarla örülü görülür kriz. Başka bir açıdan bakıldığında ise yaratıcılığın, özgünlüğün ve meseleleri çözmenin yolu. Öyle ya, madem bir türlü sular durulmuyor öyleyse akıl yürütücülerin edinmesi gereken vasıf neden olmasın ‘kriz içindeki bilinç’. Gerçi, hatırı sayılır ölçüde inkarcısı var krizi reddedenlerin. Onlara göre ne toplumda ne de insanda hatta inançta kriz var. Tamamen entelektüellerin kurgularından ibaret bir şeydir kriz. Değil kurgu hatta patolojik bir hal bile sayılabilir. Çözümü ise, bu yanılsamadan çıkıp hakikatin muğlak uyuşukluğuna teslim olmaktır. Eğer, insanı ve toplumu sessizce uyutup başka bir aleme geçirmekse maksat neden olmasın? Uyuşmak en kestirme ve kolay yol sayılabilir. Acı hissedilmez. Maliyeti daha az ve sonucu daha kolay olabilir. Vasat davulunu daha yüksekten çalabilir. Güçlü ve muhterisin ilahiyat bayrağı daha yükseğe çekilebilir.

Fakat sonunda bütün mesele krizde bile güç ve iktidar tutkusunda düğümlenip kitle uyuşuk bir ontolojiyle mühürlenmekten kurtulamıyorsa, krizden yana olanların uyanıklığı ve yaratıcılığı insan için umut olmayı sürdürecek demektir. Nurdan Gürbilek’in yazdıklarına bu açıdan da bakmak da yarar var.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum