Çürük yapılar yükseltiyoruz

17 Ağustos depremi, fiziksel yapılarımızın yanı sıra toplumsal yapılarımızı da sağlam temeller üzerinde inşa etmek zorunda olduğumuz öğretmeliydi bize.

İnşaatları yaparken kanunların etrafını dolanmanın, kuralsız, denetimsiz hareket etmenin nasıl neticeleri olabileceğini görmemiz için o büyük felaketi yaşamamız gerekmişti.

Muhteris müteahhit ve siyasetçilerin kural tanımazlıklarına “iş bitiricilik” gözüyle bakan çok kimse, cehaletinin bedelini canıyla ödedi.

Mesleki yeterliliğin kontrolü, eğitim, belgelendirme ve denetlemenin önemi gündemimize ancak depremden sonra girebildi.

Ama sosyal yapılarımız hala kaçak, hala kuralsız…

Sağlam temel kazıkları olmayan toplumsal yapılar yükseltiyoruz.

Yıkılması için en hafif bir sarsıntının yeteceği çürük, uyduruk yapılar bunlar.

Toplumsal yapılarımızın sağlam prensipler çerçevesinde inşa edilmesi gerektiği halde bize lazım olan harcı karamadık, deniz kumu kullanıyoruz: Bol hamaset ve propaganda.

İçtimai müesseselerimiz mimarlardan mahrum! Her şey kara düzen ilerliyor.

Planlardan projelerden nefret ediyoruz. Sosyal yapılarımızı da -inşaatlarımız gibi- plansız, projesiz yükseltebileceğimize inanıyoruz.

Her his ve inancın muteber sayıldığı yerde belirleyici olan sadece kaba kuvvet oluyor.

“Bu yanlış” diyen uzmana itibar edip “yanlış olan nedir” demiyor kimse, “yanlış olduğunu kabul ettirecek gücün var mı” diye soruyorlar.

Doğru ve yanlış yok artık! Sadece güçlü ve zayıf var.

Hukukun gücü, yerini gücün hukukuna bırakıyor.

Pusulalarını ve istikametlerini kaybetmiş kitleler, derhal haklının safından güçlünün safına geçiyorlar.

Zorbaların bayağı, anlamsız, temelsiz, hatta çoğu zaman saçma argümanları, hak etmediği makamlara oturtulmuş avamın zihninde hakikatin en parlak zirveleri gibi algılanıyor.

Adalet, etik, kurallar, sözleşmeler, sınırlar sadece mazlumların, mustazafların dilinde bir sızlanmadan ibaret kalıyor.

***

Meşhur Alman filozof Arthur Schopenhauer’in 1851 yılında yayımlanan “Parerga und Paralipomena” isimli eserinde şu satırlara rastladım:

“Ah, bir bayağı kafa ne kadar da yekdiğerine benziyor! Nasıl da hepsi aynı tezgâhtan çıkmışçasına tek biçimli! Nasıl da benzer koşullar altında hep aynı düşünürler ve asla görüş ayrılığı taşımazlar! Bu sebepten ötürüdür ki görüşleri bu kadar şahsi, bu kadar dar ve sınırlı. Ve budala halk kesimi kendilerine benzer bu insanlar tarafından yazılmış değersiz süprüntüleri, başka bir nedenle değil sırf bugün basılmış olduğu için okurlar, buna mukabil büyük düşünürlerin eserlerine kitap raflarında kimse ilişmez.”

Schopenhauer şikâyet etse de modern dünyada büyük düşünürler, filozoflar, entelektüel elitler, kitlelerce bilinir ve saygı görürlerdi.

21. asırda bütün dünyada anti-elitizm’den beslenerek güçlenen popülizm, “kifayetsiz muhterislere” iyice geniş alanlar açtı.

Alev Alatlı, yakın zamanlı bir röportajında “Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çiziktiririm” yahut “Itrî de kimmiş, uykumu getiriyor” yahut “Halil İnalcık da kimmiş, Osmanlı tarihini bilsem ne yazar” diye saçmalayan kimseleri ortaya çıkartan milenyum salgınına dikkat çekmişti.

Herkesin her söylediğinin muteber sayıldığı, popülizmin, halk şakşakçılığının zirvelere vardığı günleri tecrübe ediyoruz.

Destursuz girenlerin baştan aşağı darmadağın ettiği bir bağdan bahsediyoruz.

Belki temel meselelerimizden biri, tarih ötesinden destur verecek kimselerden bihaber, bugün destur verecek kimselerden mahrum olmamız.

Post modernite rüzgârı, büyük düşünürleri büyük düşünceleriyle birlikte tarihin tozlu raflarına yollarken kitleleri ayazda bıraktı.

Hikmet arayıcılarının, filozofların yol gösteren işaretlerinden mahrum kalan fertler kendilerini “ağzı olanın konuştuğu” bir vasatta, kolektif bir cehalet ve budalalığın kucağında buldular.

Özgürleştiğini sanan kitlelerin, ayakları yere basan, derin, sağlam fikri altyapıların yokluğunda, karizmatik çılgınların ardına takılıp toplumsal cinnet girdaplarına düşmesi mukadder.

Bize prensipler ve “çıpalar” sunacak, sosyal yapılarımızı üzerine kuracağımız sağlam temelleri atacak düşünürlere ve kitleleri onların sesine kulak vermeye sevk edecek liderlere ihtiyacımız var.

Çünkü felaketler bile yetmiyor aklımızı başımıza toplamamıza.

Eninde sonunda altında kalacağımız çürük yapıları yükseltmekten vazgeçemiyoruz.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum