Kerbela’yı hatırlamaya müsait miyiz?

Bu soruyu zaman zaman sorarım. Maalesef müspet bir cevap da veremem.

Nasıl hatırlarsın Kerbela’yı?

Şöyle hatırlarsın.

Tarihi bir hadisedir. Büyük bir faciadır. Hazin bir hikayedir.

Yezid ve askerleri, Peygümberimiz’in çok sevdiği Hazret-i Hüseyin’i ve beraberindeki Al-i Rasul’ü zalimane bir şekilde şehit etmiştir.

Çok kötü yapmışlardır. Keşke yapmasaydılar!

Yapanları sevmiyoruz.

Hz. Hüseyin’i seviyoruz.

Tarihimizin bu hazin sayfasını unutmak bize yakışmaz. Unutmayalım, hatırlayalım.

Hatırladıkça üzülelim.

Bu büyük zulmü işleyenleri de lanetleyelim.

Bu kadar mı?

Bu kadarsa, yazık bize!

Aşure, ya da Arap diline uygun telaffuzuyla Aşura, haklı olanın siyaset uğruna katledildiği gündür.

Hz. Hüseyin hak sahibidir.

Liyakat sahibidir.

Kerbela’da Yezid, gücü elinde tutabilmek için sadece Peygamberimiz’in torununu, Hz. Ali’nin ve Fatıma’nın oğlunu değil, hakk’ı, liyakat’ı öldürmüştür.

Gücün insanlara neler yaptırdığını da bir kenara yazmak lazım.

Hüseyin’i büyük bir iştiyakla davet eden Ehl-i Kufe, Hüseyin’in Mekke’den Irak’a yürüdüğü süre içinde, gücü tepesinde hissetmiş, ürkmüş, Hz. Hüseyin’i yalnız bırakmıştır.

Burada da büyük insanlık ve siyaset dersleri vardır.

Kerbela, zulmün şahikasıdır.

Mazlumluğun da şahikasıdır.

Evet, hüzün, ağıtlar, mersiyeler, olmazsa olmaz.

Ama, tarihten ibret almak, mersiyelerin, ağıtların bize anlattığının bir adım ilerisindedir.

Ve bizler, bir adım ilerisine bakmadan Kerbela’yı anlayamayız.

Bir Kerbela’ya, bir de içinde yaşadığımız cemiyete bakınca, Kerbela’yı hatırlamaya çok da müsait olmadığımızı, hatırlayanların çoğunun da eksik hatırladığını düşünüyorum.

Buraya kadar yazdıklarım, geçen haftaki yazımın eksik tarafını tamamlamaya matuf bir not olarak kabul edilsin.

Geçen haftaki yazıma ilave etmem gereken bir iki not daha var.

Arkadaşım, öykücü, yazar Kamil Yeşil yazının yayımlandığı gün bir not göndermiş.

“Ekte akademik bir yazı var. Zülfikar şiiri için Kağızmanlı Cemal Hoca’nın diyor” demiş.

Ekte, Alevilik Araştırmaları Dergisi’nin 2013 Kış sayısı vardı.

Yazıları da, şiirleri de okudum.

Gerçekten de Kağızmanlı Cemal Hoca’nın Terci-i Bend’i “Hasan’ım ağu içti” diye başlayan ve benim türkü olarak dinlediğim ağıttan daha fazlasını içeriyor.

Saydım, her biri 5 beyitten oluşan 6 bend var. Ve her bendin sonunda “Hüseyin atdan düştü sahra-yı Kerbela’ya/Cibril Kurban haber ver Sultan-ı Enbiya’ya” beyti yer alıyor.

Benim mersiyesinden bahsettiğim Kazım Paşa’nın yazdığı beyitte ‘Cibril kurban haber ver” ifadesi “Cibril var haber ver” diye geçiyor.

Fakat, Cemal Hoca’nın vefat tarihi 1957. Eğer biri ötekinden almışsa, Cemal Hoca’nın Kazım Paşa’dan alma ihtimali daha kuvvetli.

Aynı gün, Hüseyin Hatemi Hoca da aradı.

Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Sevindim.

Hal hatırdan sonra, bazı ek bilgiler verdi.

Muallim Fevzi diye bir şairden bahsetti.

Muallim Fevzi, aynı beyti bir şiirinde “Cibril git haber ver Sultan-ı Enbiya’ya” şeklinde yazmış.

Merhum, Kazım Paşa’nın bu beyti kendisinden intihal ettiğini düşünüyormuş.

Hatemi Hoca, (daima rahmetle hatırladığım ağabeyim) Cemil Çiftçi’nin de vaktiyle bu konuyu araştırdığını ve bu neticeyi hasıl ettiğini anlattı.

Şunu da ilave etti: Karacaahmet’teki İranlılar Mezarlığı küçültülürken Muallim Feyzi’nin kabri kaybolmuş.

Buraya kamuya atfen bir ‘ayıp’ notu düşmesem olmaz.

Bu konuları araştırırken birkaç yüz tane Kerbela şiiri okumuş oldum.

Kanaatim pekişti.

Ağıtlar, şiirler, duyarlılığın yaşatılması için gerekiyor.

Fakat Kerbela’yı anlamak için, bir bilinç olarak yaşamak için bunlardan fazlası lazım.

YORUMLAR (28)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
28 Yorum