Peygamberimiz’e yakalanmış

İlahiyatla çok meşgul olmuş yazarımız Jorem van Klaveren. Bir Hristiyan olarak ‘teslis’ üzerinde çok düşünmüş.

“Tanrı kavramı Baba Tanrı, Oğul İsa ve Kutsal Ruh’tan oluşur. Bunlar birbirinden bağımsız üç ilahi şahıs olmakla birlikte özde birdir.”

Bu akidenin İncil’in orijinal metnine sonradan eklendiğini düşünüyor Klaveren. Teslis akidesiyle çelişen ayetlere gönderme yapıyor.

“İncillerde İsa bazen tanrısal olduğunu açıkça inkâr eder gibi görünür. ‘Bana neden iyi diyorsunuz?

Tanrı’dan başka hiç kimse iyi değildir.’ (Marcos 10:8.) Ve İncil’in Koloseliler kitabında (1:15) Mesih’in ‘tüm yaratılışın ilk doğanı’ olduğunu okumuyor muyuz? Eğer Mesih bir yaratılmışsa varlığından önce de bir zaman vardı. Ancak Tanrı sonsuzdur.”

Yıldızın, ayın ve güneşin battığını görünce “La uhibbul Afilin” diyen (Batanları sevmem) Hz. İbrahim’in arayışına benzer bir arayış.

Bir taraftan kendisiyle mücadele ediyor. Allah’ın, Arapların ay tanrısı olduğunu düşünüyor.

Protestanlık dışındaki dinlerin ve mezhepleri birer sapma olarak görüyor. Ancak diğer dinlerde derinleştikçe kendi dininin benzersizliği konusunda şüpheye düşüyor.

“Roma’ya giden birçok dini yol varmış gibi görünüyordu. Ancak Roma’ya giden yolların hiçbirinin Mekke’den geçmediği benim için açıktı. Özellikle diğer dini geleneklerle kıyaslandığında İslam’a yönelik çekincelerim çok güçlüydü.”

“Sonuç olarak Muhammed (Hristiyan gelenekte) yüzyıllar boyunca aşırı şehvet düşkünü, hilekâr, barbar… Kısacası sahte bir peygamber ilan edilmiştir.

İskoç tarihçi ve ‘agnostik’ olarak nitelediği Thomas Carlyle’den şöyle bir alıntı yapıyor Klaveren:
“İyi niyetli gayretlilerin bu Muhammed’in etrafına yığdığı yalanlar sadece bizim için utanç vericidir.”

Carlyle neden böyle bir şey söylüyor? İslam tarihinin karanlık taraflarını bilmiyor mu? Şiddet, kılıç zoruyla din değiştirme, kadınların değersiz konumu, hoşgörüsüzlük. Yoksa İslam’ın çağdaş imajı milyarlarca dolarlık propaganda ve çağdaş terörizm sayesinde birkaç on yıldır norm haline gelmiş görünen tarihsel olarak marjinal Vahhabi açıklaması tarafından mı şekillendiriliyor?”

Böyle bir İslam anlayışı insanların kalbine dokunabilir mi?

Sonra Hindu lider Gandhi’den bir alıntı yapıyor Klaveren.

“Bugün milyonların kalbine dokunan ve onları harekete geçiren o tek kişinin hayatı hakkında her şeyi bilmek istedim. O dönemde İslam’a bu dünyada bir yer kazandıranın kılıç olmadığına her zamankinden daha fazla ikna oldum. Peygamberin açık sadeliği, son derece alçakgönüllülülüğü, sözlerine titizlikle dikkat etmesi, arkadaşlarına ve takipçilerine olan yoğun bağlılığı, korkusuzluğu, Tanrı’ya ve kendi misyonuna olan mutlak güveniydi. İnsanları ikna eden ve her engeli ortadan kaldıran bunlardı.

Peygamberin biyografisinin ikinci cildini kapattığımda o muhteşem hayat hakkında okuyabileceğim daha fazla şey olmadığı için üzüldüm.

(Gandhi’nin hangi siyeri okuduğunu merak ettim şimdi.)

İslam’ın sadece barbarlık, şiddet ve terörle bağdaştırıldığı bir dünyada, İslam’a karşı önyargılarla yetişmiş bir Hristiyan’ı İslam aleyhine bir kitap yazmak için kollarını sıvadığı bir süreçte kalbinden yakalayan ne olabilir?

Merhamet. Peygamberimizin merhameti.

Bir de… Paygamberimiz’in mucizesi.

Nasıl bir mucize?

Öğrettiği dinle çelişmeyen, sade, temiz, mütevazı hayatı.

“Muhammed, günlük hayatta ağırbaşlı, sessiz ve mütevazı bir şekilde yaşamış gibi görünüyor. Dahası el emeğiyle çalışmış ve koyun sağmaktan, ayakkabılarını ve giysilerini tamir etmekten ve hayvanları beslemekten erinmemiştir. Ayrıca fazla yemek yemez ve uyurken yatak olarak sadece kaba bir hasır kullanırdı. Ölümünden önce tüm kölelerini serbest bırakmış ve sahip olduğu az sayıda eşyayı dağıtmıştı. Bu bulgular benim kafamdaki yırtıcı, maddiyat düşkünü bir tiran imajına uymuyor.

“Muhammed’i bir peyamber olarak reddetmemenin aslında benim Müslüman olabileceğim anlamına geldiğini ciddi olarak ilk kez fark ettiğimde bu mutlaka bir ‘evreka’ anı değildi. Her şeyden önce tuhaftı.

Yemek masasında otururken (…) yanımdaki dolaptaki İncil’e bakarken aklımdan pek çok şey geçti: İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı mı? Aynı mı? İsmail’in soyundan gelenlerin Tanrısı olan Tanrı mı? Kendimi Müslüman olarak görüyor muyum?”

“Diğerlerinin yanı sıra Musa ve İsa’nın bahsettiği tek Tanrı’nın Kur’an’da okuyabildiğimiz Tanrı ile aynı olduğu ve Muhammed’in şüphesiz İncil’deki peygamberler çizgisine uyduğu fikrine dayanarak daha sonra iman mesleğini telaffuz etmeye karar verdim. Bu, rahat, sade bir ortamda gerçekleşti. Bu arada şehadet getirdikten sonra altın yağmıyordu ve yıldızların fazladan parıldadığını görmedim. Belli bir kişisel neşe ve huzur fark ettim.”

Hep akılla, mantıkla mı yürüdü bu süreç? Son kararı verilmesine etki eden istisnai bir olay var mıydı?

Kitapta yazmıyor. Ama AA’ya verdiği röportajda anlatıyor.

“Kitapları kaldırdığım raftan bir sürü kitap düştü ve o kitaplardan biri Kur’an-ı Kerim’di ve onu aldığımda baş parmağım 22’nci surenin 46’ncı ayetindeydi. Bana özetle şunu söylüyordu ‘Kör olan gözler değil, kalplerdir’ ve kendi kendime düşündüm. Evet, benim sorunum gerçekten de buydu.”

YORUMLAR (90)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
90 Yorum