Yabancı yatırımcı gelsin mi gelmesin mi?

Türkiye “yabancı yatırımcılar”ı beklerken, yuvalarında annelerinin getireceği yemi dört gözle bekleyen, ağzı açık yavru kuşlara benzemeye başladı.

Yabancı yatırımcı kavramındaki “yatırımcı” kelimesi akılları karıştırmamalı; aslında Türkiye, dış borçlarını çevirecek her türlü kaynağın peşinde koşan “dış borca/kaynağa bağımlı” bir ülkedir.

Faizi ve götürüsü ne olursa olsun dış kaynak bulmak istiyoruz.

Bugünün gelişmiş ülkeleri, geçmişte, başka bir ülkenin parasıyla veya altınla borçlanmanın “ütülmek” anlamına geldiğini bildikleri için bugün sadece kendi para birimleriyle borçlanıyorlar. Dolaysıyla hem iç hem de dış borçları, kendi para cinslerinden oluşmaktadır.

Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkeler de bu yönelimi görüp kendi para birimleriyle borçlanmak istiyorlar.

Fakat eğer mümkünse çıkardıkları tahvil ve sukukların yabancı yatırımcılar tarafından da satın alınmasını istiyorlar. Böylece bir taşla iki kuş vuracaklar: Hem borçlanmayı kendi para birimleriyle yapacaklar hem de döviz ihtiyaçlarını karşılayacaklar.

Yabancı yatırımcılar da, gelmeden önce bir “çıkış günü” projeksiyonu oluştururlar. Çıkacağımız güne kadar bu ülkede enflasyon ne olur, kurlar ne kadar artar, ne tip siyasi ve iktisadi riskler var, götüreceğimiz parayı sigortalamak istesek maliyeti ne olur, vs. gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışırlar.

Eğer “çıkış günü”nde kârlılıkları kendi ülkelerinde elde edecekleri kârdan, anlamlı olarak daha yüksekse, gelirler.

Gelmediklerine göre, henüz bir çıkış günü senaryosuna inanmıyorlar diyebiliriz.

Görüldüğü gibi, tahvil, sukuk veya borsalardan hisse senedi alan “yabancı yatırımcı” ile kredi veren yabancı yatırımcı arasında, özde, bir fark yoktur.

Doğrusu tahvil, sukuk veya hisse senedi alan yabancı yatırımcıların Türkiye’ye verebilecekleri zarar, alınabilecek kredilerden daha fazladır. Çünkü kredi faizlerinden daha yüksek bir oranda bir getiriyi dövize çevirerek ülkeden çıkmayı amaçlarlar.

Denilebilir ki ekonominin gidişatını beğenmezse, yerli yatırımcı da, kazandığı faizleri ve sermayesini dövize çevirerek yurt dışına çıkarabilir. Bu karşı argüman doğrudur fakat bütün yerli yatırımcılar bunu yapmaz veya yapamaz.

Ekonomi yönetimi, “tahvil ve sukukları ister Türk isterse de yabancı alsın, beni ilgilendirmez çünkü kim alırsa alsın biz TL faiz ödüyoruz” diyor.

Ülkenin döviz ihtiyacını karşılarken de benzer bir mantığı kullanıyorlar.

Kural olarak, gerçek ya da tüzel bir kişi, kendi ülke Hazine’sinden daha münasip şartlarla, yurtdışından borçlanamaz

Fakat bizim ekonomi yönetimimiz, Hazine yerine şirket ve bankaların yurt dışından borçlanmasını teşvik ediyor. Sanıyor ki, böyle yapınca, şirketler ya da bankalar batınca Hazine bundan sorumlu olmayacak.

Yanılıyorlar.

Çünkü bu fikir 2001 yılında deneyimlendi ve yanlışlandı. 2001 krizinin bize öğrettiği bir şey varsa o da: Yurt dışından kim borç alırsa alsın, eninde sonunda bu borç Hazine’nin borcuna dönüşür, gerçekliğidir.

Döngü şöyle işliyor: Varsayalım ki bir şirket yurt dışından vadeli bir mal ya da doğrudan kredi aldı. Eğer dışarıda borç veren içeride borç alan gerçek ya da tüzel kişinin ortağı değilse banka teminatı ister.

Bu gerçek ve tüzel kişi herhangi bir sebepten dolayı borcunu ödeyemezse veya batarsa, bu borcu kişiye kefil olmuş banka öder.

Batak şirketler artarsa ve banka faaliyetlerini yürütemeyecek kadar zaafiyet içine düşerse, bu defa banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilir. TMSF’nin elindeki fonlar da bitince, TMSF, Hazine’den borç para ister ve batmış bankaların taahhütlerini yerine getirmeye çalışır.

Bu böyle olduğu için de yabancılar Türkiye’nin toplam borcunu (yaklaşık 500 milyar dolar) her zaman Türk Hazinesinin borcu olarak görürler.

Bugünlerde yurtdışından %8 ila %12 bandında borçlanabiliyoruz. 500 Milyar dolar borçların bir kısmı faizsizdir. Buna rağmen yıllık 25 milyar dolar ve üzeri bir faiz ödüyoruz. Bu meblağa itiraz etme ve çareler araştırmak ekonomi yönetiminin, uzun vadeli en önemli görevi olması umulur.

Ak Parti hükümetlerinin ilk on yılında Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcılar, bazı yıllarda, yıllık getirilerini %25’in üzerine çıkarabilmişlerdi; 2013’ten sonraki dönemde bizden kazandıkları bütün parayı kaybettiler, desek yanlış olmaz.

2003-2013 dönemindeki tatlı kârları henüz unutmamış olanlar tekrar gelmeyi, 2013 sonrası dönemde zarar edenlerse, önce bütün risklerin bertaraf edildiğini görmeyi tercih ediyorlar.

Sıcak para sahibi yabancı yatırımcıların girişinin sınırlanacağı fakat yabancı gerçek yatırımcıların (greenfield, sıfırdan yapılan yatırımlar) girmek için kapıları zorlamaya çalışacağı bir ekonomi…

Dileğimiz.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum